DENEMELER

Onur Misafirim

Tam da kafeyi kapatıp çıkarım diye düşünürken etrafımda dolanmaya başlayan, bir şeyler arıyormuş gibi gezinen, bakınıp duran genç dikkatimi çekti… Uzaktan el edip; geliyorum bekler misin? dedim… Aslında müşteri zannetmiştim ama o tedirgin halleri daha çok dikkatimi çekmişti tuhaf gencin…

Arkamdan gelerek telefonunu şarja takmak için izin istedi, gözlerinin içindeki masumiyet, orman yeşilinden mi kaynaklanıyordu yoksa o mu orman gibiydi…? Güven telkin olduğundan, izin vererek elbette dedim ve aldım, taktım, daha sonra sessizlikte, kahkahalarla gelen mesaj sesiyle, beni korkutacak olan telefonunu… Ne tuhaftır ki telefonu sürekli kahkahalar atarken, hüzün doluydu Onun gözleri…

Dışarı çıktı bir süre, bekledi, oturdu, düşündü … Sonra elleri mi üşümüştü yoksa yüreği mi bilemiyorum, içeri girmek için izin istedi… O kadar da çok konuşmak isteyen bir hali vardı ki onu dinlemem gerektiğini fark ettim, saati unutarak… Aslında vakiti göz ardı ederek…

Nasılsın?
Der demez, iyiyim abla… Çok iyiyim, diye sözlerine başlamış oldu… Arkası çok uzun gelecek olan bir sohbetin girişinde…

Çok uzaktan buraya gelen bu genç askerliği için gelmiş ama askerlik şubesine geçtiği sırada, korona yasakları nedeniyle askerliğinin bir ay sonra başlayacağını öğrenmiş, ne yapacağına karar verememiş halde geziniyordu …

Ailesini, işlerini, kız arkadaşını ve onun ailesini, sevdiğinin küçük olmasından kaynaklı sorunları, çocukluğunu, kendi mizacını, kişiliğini, işini, aşını, aşkını, keyif aldığı iyi kötü herşeyi, bisiklet ve bilgisayar tutkusunu ve uğraşlarını anlattı, izah etti, büyük bir içtenlik, rahatlık, samimiyet ve saflık içinde…

‘Baklava yer misin Onur?’
Evet demeyecek kadar da ahlaklı maşallah…
Ama muhabbete devam, bu sefer baklava eşliğinde, belli ki acıkmıştı da… Baklavanın lezzetinden mi, enerjisinden mi, sıcaklığından mı bilemiyorum ama Onur gelecek projeleriyle devam ediyordu… Akıp giden zamana inat…

Sonra gençliğin ailelerinden, çevrelerinden kopuk, sanal alemde bir başlarına, arkadaşlarıyla kurdukları dünyalarında konuştuk uzun uzun… O kadar güzel dinliyor ve içten cevaplıyordu ki ben de kaptırmıştım kendimi onunla muhabbete…

Kızımın beni “nerede kaldın annem?” diye aramasıyla muhabbete ara verdiğimde zamanın ilerlediğini fark ettim ve Onur’un yüzüne bakarak telefonda konuşurken, bir taraftan da “Allah’ımm bu çocuğu neden bana göndermiş olabilirsin…?” diye sorup düşünüyordum… Neden… şimdi karşımdaydı ki?

… Burada olma amacı ne idi?…

‘Onur kalkmamız gerekiyor artık… ‘deyince, hemen toparlandı ve çıktı… Gönlü hiç kalkmak istemese de, aslında benimki de… Nereye gideceksin dedim?” “Sokaklarda dolaşırım, ben alışkınım, hem buranın iklimi de ılıkmış dedi, yine … Yarın da memlekete dönerim dedi”…’ Öyle olmaz, sen bu geceden eve dönmelisin, ne yap ne et bir şekilde yolunu tarif ettiğim otogara giderek evine dön’ dedim… Sözümü dinledi elhamdulillah… Vee otogara geçti ama muhabbeti yüreğime kodlanmış, iz bırakmış oldu… İçimi sızlatan bir duygu eşliğinde…

Tüm saflığına, ahlaklı tutumlarına, tatlı diline, güzel yüzüne ve orman gözlerine karşın 19,20 yaşlarında bir genç olarak henüz daha çok ham, toy, cahil ve tecrübesiz iken, dolu dolu hayatı METİN 2 vb bilgisayar oyunlarından öğrendiğini, her şeyi bildiğini ve yapabileceğini, hayattan çok ama çok çektiğini düşünüyordu, misafirim Onur… Hayattan çok çekmiş, neler yaşamış neler… Öyle diyor ve inanıyordu, Onur…

Aslında pek çoğumuzun bu yaş ve akranlarındaki gençlerde gördüğümüz tavırlardır bunlar, öyle değil mi? Onların kendilerine ait yeni, bambaşka, kapalı ve korunmuş bir dünyaları var ve orada sadece kendi sanal arkadaşları, avatarları ve holografik dünyaları /bilgisayar oyunları var…
Çoğu zaman onlara ulaşamıyoruz, ruhlarına dokunamıyoruz… Onların dilini bilmemek, anlamamaktan mı yoksa umursamamaktan veya kendi dünyamızın hızına ve hazzına kapılmışlığımızdan mıdır bu ayrılık, gayrılık, yabancılık, istenmeme hallerimiz…!?

İçimden fotoğrafını almak geçti ve çekiverdim… Neden fotoğrafını çektiğimi sorunca da seni anlatıcam çocuklarıma Onur abisi dedim… Gülümsedi…
Öyle de oldu… Eve gelince onu anlattım ve gösterdim fotoğrafını çocuklarıma … Şaşkınca dinlediler tüm detayları… Acaba kıssadan hisse de çıkarırlar mıydı ki? Bilemiyor, umut ediyordum…

Zaman akıp gidiyor bir hızla….
Önüne kattığı herşeyi sürükleyen, durmak bilmeyen ve taşıp giden güçlü ve gürültülü bir sel gibi… Bizi de kapmış içine umarsızca…

Sürükleniyoruz… Sürüklenirken de bir kabullenmişlik, kanıksamışlık, istemsiz ait olmuşluk, bunu hayat tarzı benimsemişlik halimiz var… Kendimizi zorladığımız, şişirdiğimiz ve azdırdığımız egolarımızla yüzyüze kaldığımız, hüsran gibi…

Zamanın değiştiğini, dönüştüğünü, bambaşka hallerde olduğunu ve daha da başkalaşacağını görmezden gelip de çocuklarımızın, gençlerimizin akıl, zihin, yürek, duygu, sezgi, beden sağlıkları ve dünyalarıyla tanışık, barışık,içiçe olmayı başaramazsak onları kaybedeceğimizin, ilişkilerimizin, bizler yaşasak da kopacağının, öleceğinin farkında olmalıyız…
Onur ve ailesinde olduğu gibi… 😔

Çok da geç olmadan ve geç kalmadan…

Çok severimmm:
Vel asr,
innel insane lefii husr
İllellezine amenu ve amilussalihati
Vetevasav bilhakki Vetevasav bissabr….

Geçip giden zamana yemin olsun ki
Muhakkak insan, hüsrandadır :
Ancak, gerektiği gibi inanıp güvenerek,
Islah edici ve dönüştürücü iyi işler yapan ve yapılmasını tavsiye ederek örnek olanlarla,
Hayatta direnerek iyilikte mücadele edenler ve bunu tavsiye ederek yaşayanlar kurtuluşa erecek olanlardır…
…Asr suresi

Bize düşen de direnerek, durmaksızın iyi olmak için çabalamaktır inşallah…. Bunun için ise ilk önce kendimizden, kendi ailemizden, akrabalarımızdan ve komşularımızdan başlamalıyız…Ki koskoca bir toplum bu şekilde, halelerin yayılması misali düzelsin, değişsin, dönüşebilsin ve de gelişsin….

İyi ve ıslah edici olmanın ilk şartı olan “verme ahlakını” hayat standardı olarak yaşamakla mümkün olduğunu idrak ederek devam etmektir…

Haksızlıklara, zulüme, rahatsız edici durumlara, özellikle de başkalarının başına geldiğinde, sessiz ve eylemsiz kalmayarak mümkündür…

Kendime istediğim ve yakıştırdığım, hatta layık gördüğüm herşeyi başkaları için de isteyebildiğimde mümkündür…

Ruh’larımızın bir cinsiyetinin
olmaldığını idrak ederek, birbirimizi sadece insan olarak algılayabildiğimizde, dişi ve erkek ayırımı yapmadığımızda, mümkündür…

Güçlü’nün zayıfı, sağlıklı olanın sağlıksız olanı, çok olanın aç olanı, varsılların yoksulları… sahiplendiği ve kardeş gördüğü, adil ortamlarda mümkündür…

İnancı, ırkı , dili, dini, milleti, işi, cinsiyeti … Ne olursa olsun hoşgörü ve saygının yaşanacağı, barış ve selam ruhuyla mümkündür…

Velhasılı kelam insani değerlerimizin başında sevgi, saygı, hoşgörü, adalet, qıst ve merhamet olursa herşeyin yolu her zaman huzura çıkar… Esenlik ve selam ortamına çıkar… Böyle ortamlarda da hüsran en aza indirgenmiş olur…

Ve ancak böylece korunmuş olur ONUR/lar…

Selametle 🌹 🌹 🌹
Peri’han Taşdemir Taylı

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

4 2 Oy
Gönderiyi Puanla
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları gör

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
0
Düşüncelerinizi bildirmek ister misiniz, lütfen yorum yapınx