DENEMELERPODCAST

Bugün de Doymadım Anne…


Spotify’da dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz…

Bugün de Doymadım Anne

Terzi kendi söküğünü dikemez. Dikse, terzi olamaz. Sadece esnaf olur, ticaret yapar.

Önce kendimize iyi gelmek, kendi söküğümüzü dikmek, kendimizi geçindirmek, doyurmak, mutlu etmek gibi telkinleri ne kadar kabul edersek edelim, hayatın kabul etmediği ve insanın duvara toslamasıyla sonuçlanan bazı formüller var. Sentetik formüller, zihinlerimizce pek sevilmiş olsa da, ikincil kazanımlarla idare etmemize yol açan bir yaşam tarzı üretti. Anne sütü yerine mamayla beslendiğimiz bu biçimde, sütün ne olduğunu unuttuk ve mamayı gerçek ihtiyacımız sandık. Doymadık tabi. Hücrelerimizin beklediği gıda başka, bizim yemeyi sevdiğimiz ve gerçek zannettiğimiz yiyecek başka. Talep edilen ile arz edilen arasındaki uçurum giderek açıldı. Köprüye değil, diğer yakayla yakınlığa ihtiyacımız var; bir adım, bir nefes mesafesi kadar.

Terzi kendi söküğünü dikemez. Dikse, terzi olamaz. Bazen kendine hayrı dokunmaz insanın. Senin kullanamadığın bir şey, bir bilgi, bir ilaç başkasına şifadır. Başkalarına dokunmanın yolunu, insanın kendi yaralarının üzerine inşa eden hayat böyle öğretiyor terziye terzi olmayı. Sentetik formüllerin duvara tosladığı yer de burası. Terzi kendi söküğünü dikmemelidir. Kendi sökükleri için mutlaka bir terzi yetiştirmelidir terzi. Yazgısı budur. Yoksa esnaf olur ama zanaatkâr olamaz.

Sembolik olarak palyaço iyi bir örnek gibi duruyor. Gözlerinin altında bir damla gözyaşı olsa da gülümseyen bir yüzle çocukları neşelendiren palyaçolar aslında sevimsiz görünüyorlar. Pek çok çocuk palyaçolardan korkar. Bunun olası bir nedeni palyaço rolünü icra eden kişinin gerçekte neşesiz olması olabilir. Dışarıda görünen ile içeride olanın uyumsuzluğunu çocuklar hemen fark eder. Yine de sembolik olarak palyaço iyi bir örnek gibi duruyor. Kendi acısını yaşadığı anda bile bir başkasını neşelendirebilmek, çekilen acının sahiciliğinden geliyor. Sentetik olmayan bir acının gerçek bir neşeye dönüşmesi hayatın sıradan mucizelerinden. Hiç acı çekmemiş bir insanın neşesine nasıl inanabiliriz ki? Gerçekten neşelendiren bir palyaço, acısını tanıyabilen palyaçodur, başkasına verdiği neşeyle neşelendirir kendini.

Öğretmenler için aynı şeyi söyleyemeyeceğimizi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Gerçekten öğretebilmenin yolu bilmemekten geçer. Bilmek, bildim denilen konuyu bir çerçeve içine hapseder. Bilinen, kendisinden başka her şeyi dışarıda bırakır, kendisini çerçevelenmiş şekilde kişiye dayatır. Bilmediğimizde yahut yeterince bilmediğimizde öğrenmeye de öğretmeye de yaktın oluruz. Bildiğimizi sandığımız şeye tutunmayı bırakır, hatta bildiğimizi yıkmaya cesaret eder, başka bilme biçimlerine yer açarız içimizde. Alışageldiğimiz anlamda bilgiyi öğretmenin yolu ezberletmekse, ezberlemek öğrenmek midir?

Bildiğini bir başkasında, diktiğini bir başkasında, neşeni bir başkasında görerek iki yakayı bir araya getiriyor insan. Dünyanın oluşumuna benziyor bu durum. Dünyayı dünya yapan ona çarpan göktaşları, indirilen demir, zamanın yontusu olduğu kadar insanı insan yapan da insanın insanla ve doğayla çarpışması, ona indirilen vahiy, zamanın yontusu. Alma verme biçimi olarak çarpışma, karşılaşma, katılma ya da karşı durma; insanın etki tepki düzlemindeki eylemleri. Terzinin kendi söküğünü dikememesi, terziyi etki tepki düzleminin dışında tutan öğretiler barındırıyor. Kendi söküğünü dikebilen terzinin terzi değil esnaf olması, etki tepki düzlemindeki alış verişe tabi olmasını gerektiriyor. Bir zanaatkâr olarak terzi, kendi söküğünü diktirebilmek için terzi yetiştirmek, dolayısıyla türünün, zanaatının devamlılığını sağlamak zorunda kalan bir zanaatkâr, yetiştirici, öğretici olarak insanlara katkı sunuyor. “Ben”i önceleyen anlayışa ters gelen bir durum gibi görünse de terzi, kendi söküğünü dikememekten kaynaklanan eksikliği sayesinde kendine, çıraklarına, zanaatine katkı yapıyor. Karşı yakaya bir adım, bir nefes yaklaşmak insanın kendinden çok değil, belki bir adım, bir nefes dışarı çıkmasıyla, kendindeki eksikliği kucaklamasıyla mümkün oluyor. Bir ayağı çukurda olan insanların yaptığı gibi, bir ayağının kendinde, diğer ayağının ötekinde olması, muhtemelen, bir sörfçünün dengedeki ustalığı gibi bir ustalık gerektiriyor. Muhabbet dediğimiz şey de, bu dengeyi sağlayabilen insanlardan çıkıyor.

Muhabbet demişken, sentetik formüllerle bezenmiş zihinlerimizin muhabbet konusunda duvara toslaması herhalde tesadüf değildir. Dedikodu, yargılama gibi söylemleri muhabbet sanmıyorsak tabi. Sentetik formüller, ikincil kazanımlarla idare etmemize yol açan bir yaşam tarzı üretti. Anne sütü yerine mamayla beslendiğimiz bu yaşam biçiminde, sütün ne olduğunu da unuttuk ve mamayı gerçek ihtiyacımız sandık. Doymadık tabi. Ne anne sütüne ne de muhabbete.

Selametle.

Mimhece

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

mimhece

Ses-Söz-Arpacık
1 1 Oy
Gönderiyi Puanla
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları gör

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
0
Düşüncelerinizi bildirmek ister misiniz, lütfen yorum yapınx