DENEMELER

HAYY/AT/LAR …

HAYY…
Hayy’al
Hayy’ır
Hayy’at
Hayy’van

Her şeyin başlangıç noktası da varış noktası da el HAYY olan Yaradan’adır, öyle değil mi? …

Hayy’van denilen varlık aleminde hem hayvanlar hem de insanlar olarak tüm canlılığımız, hareket ve dinamizmimiz, devingenlik içinde değişim ve dönüşümümüzle, hayy’ırlar işleyerek, hayy’aller kurarak varoluyor, yaşıyor, üretiyor, çoğaltıyor ve bir hayy’at inşa ediyoruz…

Bunların aksini düşündüğümüzde de tüm o canlılığı, yaratımı yansıtan HAYY ‘dan uzak olduğumuz kadar, hayy’attan da bir o kadar uzak, soğuk ve yalnız olacağımızın da farkında olmalıyız…

Zira hayy’at; o capcanlı, dipdiri, her an oluşta/değişimde ve akışta/dönüşümde olan, Hayy’vanlardan, “insan” olan varlığın, sahip olduğu hayy’aller ve hayy’ırlarıyla oluşan ve yaşanan şeyin ismidir.

Hayy’allerin yoksa, var mısın ki hayy’atta!?…

… Çok uzun zaman olmuştu varlığımı sorgulamaya başlayalı… O zamana kadar da elbette bir ömür geçirmiştim de ” nasıl, niçin ve ne için’in” çok bir sorgulayıcı anlamı olmamıştı benim için… Gayet seküler, rahat, şatafatlı ve sevgi dolu bir ortamda yaşarken, daha zor oluyor sanki sorgulaması… Her ne kadar insanların çoğunluğu bu hayatı arzulasalar da… Belki bu başlangıç veya gecikmişlik açısından bir dezavantaj gibi görünmüştü bana ilk zamanlar ancak sonradan her konuda tamamen cahil olmamın, saf, duru ve boş bir zihinle sorgulamaya ve arayışa başlamış olmanın ve de seküler yaşamın nasıl bir hayat olduğunun farkındalığının da ne büyük bir rahmet olduğunu idrak edecektim…

Etrafımda tam anlamıyla bilinçli, bilgili, ihlaslı ve kaliteli bir kişi dahi yoktu, din adına… Olanları da hep geleneksel aktarım yoluyla, yarım yamalak dinini yaşadığını zanneden ve bana hiç de cazip gelmeyen hayatlar süren kişilerden oluşuyordu ki ailem de zaten seküler ama kaliteli ve iyi insanlardı…

Kafamda ki sorular bazen o kadar yoğunlaşıyor ve yumaklaşıyordu ki onları ben, zaten, çözemezken, çözecek birileri de yoktu…

Turizm ve Otelcilik okurken, bazı arkadaşlarımla ortak soru, sorun ve sorgularımızın olduğunu keşfetmek insana huzur veren, rahatlatıcı ve güvende hissettiren güzel bir duyguydu… Yalnız olmadığını bilmek… Sorular, sorular, sorularrr… Saatlerce süren sohbetler, tartışmalar ve kitap değişimlerimiz… Bir de Din dersi hocamız Ahmet Hoca vardı… Arada onu yakalayıp sıkıştırır, bunaltırdım… Cevaplayabildiği kadarını, kendince, anlatmaya çabalardı sağolsun… Ama hiç yargılamazdı, kızmazdı, eleştirmezdi, çekiştirmezdi….! Büyük bir sabırla beni dinler ve bu cahil kızcağıza bildikleriyle çözüm sunmaya gayret ederdi… Belki dindar bildiklerimden ilk sevdiğim kişilerden idi o… Aslında cevapları beni tatmin etmiyordu ama duruşu, ahlakı, yaklaşımı, insan algısı… Onu dinlememi sağlatıyor ve beni teskin ediyordu… Keşke diyordum, keşke herkes bu ahlakı yaşasa idi…

Biter mi, diner mi hiç? Elbette devam ettim arayışıma, sorgulamalarıma… Söylemlerinin bana yetmediğini fark eden hocam bana “meal/Kur’anın Türkçe anlamı” nı içeren kitabı okumamı istedi… O da neydi ki? Kur’anı elbette biliyordum, evimizde de vardı, hem de Kabe’den gelmiş, altın varaklı, muhteşem bir hat ve tezhiplerle süslenmiş, harikulade estetik bir kitaptı… Evet, onu biliyordum…

Evimizin duvarında yine kendisi kadar gösterişli ve estetik bir kabın içinde asılıydı her zaman… Rahmetli babacığım Suudi Arabistan’a operatör olarak gidip 5 yıl orada kaldığında getirmişti, zevkli adamdı kendisi ne de olsa… ( o mushaf hala bendedir… Manevi açıdan çok kıymetli, hakikat arayışımda…) işte her zaman duvarımızda asılı olan o muhteşem sanat eseri /Kitap özel günlerde indirilir, açılır, bakılır, okunur, sevilir ve yine aynı hassasiyetle yerine kaldırılırdı ve ben bu ritüele defalarca şahit olup, manevi hislere kapılmış olsam ve bu Kitap ile bir bağ kurmuş olsam da… hiçbir şey anlamıyor ve bilmiyordum… Ama sonrasında her hangi bir rahatsızlık da hissetmeden, yaşadığımı zann’ettiğim hayata geri dönüyordum…

Yıllar işte böylesine peşi peşine akıp geçmişlerdi de “o vakit” geldiğinde içim sıkılır, kararır, kafam sorular yumağına döner olduğunda, artık yanlış giden birşeylerin olduğunu anlama vaktinin geldiği aşikar idi…

Zannediyorum tamamen karşılıksız, gönülden, içtenlikle, saf ve bir başıma oluşum ile karşıma çıkan her insanda, kitapta, makalede… Rabbim rahmetini serdi önüme her daim, elhamdulillah…

O meal ile tanışmam benim miladım olmuştu!
Okuyor, okuyor, soruyor, yine okuyor, bambaşka mealler de buluyor, okuyor ve değerlendiriyordum… Bazı sorularıma cevap bulmuş olmam içimi biraz rahatlatmıştı ama zaten benim mizacımda varolan o “öğrenme tutkusu ve açlığı” tatmin olmuyordu… Mealler, tarih kitapları, fıkıh ve siyer kitapları (küçüklükten beri çok siyer okumuştum aslında ama direk din ile bağlantılandırmamışım demek ki… Fakat bir süre sonra o kitapların baş rol oyuncusu , Muhammed as, benim ta o zamanlardan kahramanım olmuştu…), tefsir ve hadis kitapları… Bütün bunlarla o kadar çok vakit geçiriyordum ki okul derslerine zar zor yetişiyordum… (Bu arada da otelcilik ve turizmden mezun olmuş, İngilizce öğretmenliğine başlamıştım…) Beni tastamam tatmin eden konular olduğu gibi, bu sefer de dinin içinden kaynaklı bambaşka sorunlarım oluşuyordu… Ancak bunların da peşini bırakmayıp sorguladıkça, Allah, Kuran vesilesi ile onların da çözümlerini göstermişti, elhamdülillah… Fark etmiştim ki sorunlar Allah veya vahiyde değil, tamamen vahyin algılanış, açıklanış, yaşanış ve temsil yönü ile müslümanlardaydı… Hala da benzer sıkıntılar devam edip sürmekte ne acıdır ki…

Elbette yıllarca cemaatler ve tarikatler peşimi bırakmadı ama ben sadece Rabbime sığınarak, Kuranı anlamaya çabalayarak, herkesi ve herşeyi okumaya devam ettim… Her kesimden de arkadaşlarım oldu ve hala görüştüklerini, harika dostlarım vardır…

Elbette benim idrakimin değişmesi ve gelişmesi ailem ve yakın çevremde de bambaşka sorunların oluşmasına neden oluyordu… Çok ciddi sorunlar da yaşadım, evlatlıktan reddedilmek gibi… Ama Rabbime sığındım ve sabır ile devam ettim… Her ne kadar artık görünüşüm, bazı uygulama ve düşüncelerimle onlardan farklı da olsam, zamanla beni benimsediler ve saygı duydular…

Aslında onları da anlıyorum zira onların canından bir parça ve çevrelerinden olarak, vicdanlarını harekete geçiriyor ve rahatsız ediyordum, hissettiriyordum bunu bilinçsizce … Annem ve babam çok sonraları namaza başladılar, annem çookk sonra örtündü… Bazı şeyleri hayatlarından çıkardılar, elhamdulillah… Ama özünde her zaman kaliteli, ahlaklı, cömert, fakir babası oldukları için, İslamı anlayıp benimsemeleri aslında zor değildi… Tek sıkıntıları egoları idi… Onları durağanlaştıran, konfora gömen, vicdanlarını susturan egoları… Hayy’atlarını ç/alan egoları…

Hayat devam ettiği müddetçe arayışımız da devam eder, aslında bu bizim de HAYY oluşumuzun bir göstergesidir… Benim de devam ediyor elbette… O beklenen an gelmezden evvel, Rabbimi, kendimi ve
hayat/lar/ı, anlamış olmayı murad ediyor ve elimden geldiğince araştırmaya, düşünmeye, üretmeye, yapmaya ve yaymaya çabalıyorum… İşte buna Hayy’ır diyorum…

“Bir şey” olarak geçmek istiyorum yeni hayatıma!… Maksadına vakıf…

Zaten ol’amamış bir ben olursam…

Yokluğum, bu alemde hissedilmez ise,
Varlığım, yük değil midir bu aleme!?…

Selametle 🌹 🌹 🌹
Peri’han Taşdemir Taylı

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

3.2 5 Oy
Gönderiyi Puanla
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları gör

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
0
Düşüncelerinizi bildirmek ister misiniz, lütfen yorum yapınx