Habil, Kabil ve Karı Kız Meselesi
Toplumların geçmiş kültürel izleğinde Habil ve Kabil arasındaki mesele “karı kız meselesi”ne bağlanır ve dramatik bir sonla biter.
Kur’an’ı Kerim’de de yer bulan bu fenomen, benzerlikler taşımasına rağmen küçük bir ayrıntı gibi duran ancak çok önemli bir detay nedeniyle üzerinde durmadan geçilmeyecek kadar önem arz eden bir kıssadır.
Kur’an’ın yeryüzünde insanın ürettiği fenomenlere yaklaşımını ve toplumsal mesaj aktarım formatının belki de en güzel örneklerinden biridir Habil ve Kabil izleği.
Kur’an da yer alan bu kıssa, varyantlarına nazaran sorunun temel kaynağı olarak diğerleri gibi “kız meselesi” ne bağlanmaz!
Kur’an meselenin karı kız meselesi olmadığını hiç bu konuya değinmeden, sorunun temel kaynağını “kurban” sunumuna getirir.
Yeryüzünde sürgit bir kavga olan “Allah’ın kimin yanında durduğu” kavgasında, meselenin düğümlendiği “Allah’ın yanında kimin durduğu” üzerinde durur.
Kültürel izlekte kavga nedeni genelde “umutsuz aşk vakası” çerçevesinde geçse de mesele yerini Kur’an da “kurban”a bırakmıştır.
“Kurban” kelimesi bildiğimiz anlamda kesilecek hayvan değildir zira Kur’an bu anlam için “nüsuk”, “mensek”, “menasik”, “hedi” gibi kelimeler kullanır. Kurban kelimesi Kur’an da Allah’ın değerlerini ayağa kaldırınca ona yaklaşma vesilesi olan her şey için kullanılır. Anlaşılan o dur ki Habil, Allah’ın değerlerine duyarlı kalarak Allah’ı memnun etmiş ve O’nun rızasını kazanmıştır. Kabil ise tam tersi bir davranışta bulunmanın sembolüdür ki bu tutum ve davranışın sonucu; İnsanlık tarihi boyunca kardeşi kardeşe kırdırma acı tecrübesinin bir özeti gibidir.
Çiftçi ve Çoban hikayesinin tarihsel kayıtlarda en geç Sümer mitolojilerinde izine rastlanır. Farklı anlatımları bölge ve civar mitolojilerinde de varlığını sürdürür. Emeş-Enten, Dumuzi Enkimdu ve Lahar-Aşnan (Aştan) gibi farklı adları olan hikaye dikkate alındığında Habil ve Kabil Hikayesi çok eskiye dayanan bir fenomendir. Bu hikaye çeşitli şekillerde diğer toplumlarda da kendisine yer bulan bir öneme sahiptir. Benzer anlatımlar Tevrat’ta da geçmekte, bu benzerlik nedeniyle de hikayenin, önceki Mezopotamya kökenli benzerlerinin daha sonra Musevi kaynaklarına uyarlanarak aktarıldığı Yahudi tarihçiler tarafından ifade edilmektedir. Benzer bir ithaf Musa’nın nehre bırakılmasının da Tevrat’ta yer alıyor oluşunun Akad Kralı Sargon’un hikayesi ile örtüşmesidir. Zira onun hikayesinde de sepetle suya bırakılma formuna rastlanmaktadır. Habil ya da Kabil ismi geçmemesine rağmen hikayenin Kur’an anlatımının “doğru bir şekilde anlat” denerek başlanması bu anlatımın diğer toplumlar nezdinde de itibar gördüğünü ve yaygın bir hikaye formu olduğunu doğrular niteliktedir. Zira Kur’an’ı Kerim de; “onlara gerçeği göstermek için /doğru biçimde anlat” şeklinde geçmesi bu anlatının farklı aktarımlarının farklı toplumlarda ya da Arap kültüründe yer edindiğini göstermektedir. Kur’an’ı Kerim de kıssa sunumu öncesi geçen “bil hakk’i” sana doğru bir haber anlatacağız şeklinde değil, sana bir hakikati anlatmak için bu konuya değineceğiz bağlamında anlaşılmalıdır. Aksi durumda Kur’an’ın aktardığı kıssa formatı kimi zaman tarih, kimi zaman mit, kimi zaman efsane ya da destan, kimi zaman hikaye, darb-ı mesel, öykü, masal formlarına benzerliği nedeniyle aktarılan formun içindeki kişi, yer, zaman ya da olayların gerçekliği tartışma konusu olmuştur. Oysa Kur’an kıssa aktarma muradını “bir derdini anlatmak” ve bu aktarım yoluyla öğüt, hatırlatma ya da Peygambere moral motivasyon aşılamak için kullanır. Tarihsel bilgi, coğrafi tarif, zaman çizelgesi detayı vermek için kıssalara değinmez.
Kur’an’ı Kerim’de Habil ve Kabil kıssası Maide Suresi 27. Ayet ile 32. Ayetler arasında işlenir. Kıssada karakterler isimlendirilmez, yer imi ve zaman da verilmediğinden aktarılan bu olay tarihsel bir anlatıdan ziyade mitolojik bir formda anlatılır. Çünkü mitsel formlar daha çok zaman üstüdür ve mekan üstüdür. Kıssada ki bu kriterler dikkate alındığında anlatılar kozgomonik var oluşun akabinde olmuş bir olayı çağrıştırması normaldir. Ancak bu olayın zamanı tarihlendirilememekte zira kıssa içinde geçen olay insanlığın sürekli tekrar ettiği ve böyle giderse tekrar etmeye devam edeceği bir alışkanlığını yermektedir. O da şudur ki; geçersiz bir sebeple haksız yere bir cana kıymak. İnsanoğlunun vazgeçmediği bir eylem muhtemeldir ki toplumların kültürel belleğinde derin yer etmiş bu fenomen üzerinden yerilmektedir. Ayet’in başlangıcında geçen “Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hagg” bil hakk kelimesi daha çok “gerçek” anlamında anlaşılsın istenir ancak bu kelime gerçekleşmiş bir olayın olmuş olmasını değil, anlatılmak istenen kıssanın “bir gerçeği ortaya koyması için” anlatıldığı için kullanıldığı unutulmamalıdır. Muhatabın Kıssa’nın aktarmak istediği mesaja yoğunlaşılması istenmektedir. Bu nedenle ön plana çıkarılmak ya da üzerinde durulmak istenen, olaydaki kahramanlar, olayın biçimi, yeri ve zamanı gibi unsurlar değil olayın ana fikirdir. Bu noktadan hareketle eğer bu kıssadaki kişiler “Adem teki” olarak atamız Ademin iki çocuğundan söz etmiyorsa bu anlatılan olay başlı başına Darb-ı Meseldir. Darb-ı Mesel; Halkların uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte kullandıkları söz, örnek ve misallerdir. Türkçe’de bunun tam karşılığı olarak atasözü ya da özdeyiş kullanılabilir. Bu form Kur’an’ı Kerim’in de kullandığı bir anlatım ve tebliğ formudur. Bu formun gerçek olup olmadığı dikkate alınmaz zira örnek verilmek istenen unsurların tamamı ya da tamamına yakını kurgusal olabilmektedir. Bu formun kullanılacağı ve niçin kullanıldığı 39/Zümer-27 ve 59/Haşr-21 ayetlerde açıklanmıştır. Kısacası ayetlerden de yola çıkarak denilebilir ki Darb-ı Mesel, “öğüt vermek”, “insanın düşünerek ibret almasını sağlamak” için anlatılan kurgusal misal ve örneklerdir. Bu aktarım formunda hiçbir unsurun nesnel gerçekliğinin bulunması zorunluluğu yoktur.
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.