Tezgahın üstünde yuvarlanıp yere düşen bir kavanoz, zaman tünelinde sıkışıp kalmışları bir havai fişek gibi fırlatıyor zihin göğüme. Yere saçılan incik boncuk ve tuzla buz olmuş cam parçaları, zaman kavramından soyutlandığım uzun bir ana dönüşüyor. Artık zihnimdeki direksiyon da, fren pedalı da benim kontrolümde değil. Ne kadar süre böyle kaldım bilmiyorum. Karşılaştığım anda halletmediğim, yerine koymadığım, bir kategori etiketi takmadığım yığınla küçük iş, o an düşünmek istemediğim onlarca işitilmiş söz, iş güç arasında dikkat kesilmediğim mimik ve hareketler, zip dosyasından çıkmış ve masa üstüme açılmıştı işte.
Ertelemek, bir anlamda bırakıp gitmek demekti, öyle sanmaktı. Ertelenen her şeye bir iple bağlı olduğumu, her ertelemede ayağımın daha fazla ipe dolandığını, bazen ipe takılıp bir kavanozu düşürdüğümü şimdi idrak etsem de, içimde bastırdığım bırakıp gitme dürtüsü, düşünmeyi ertelediğim en eski, en uzun iplerden biriydi.
Bu dünyaya kazık çakmaya çalışmanın ne kadar aptalca olduğunu herkes söyler. Sürekli ayağıma dolanıp beni düşüren, bir dur, diyen bu ipin söyleyeceği daha çok şey olmalı. Dünyaya kazık çakmanın aptalcalığı üzerine üç beş aforizmanın ötesinde, biraz daha derine, asıl soruna dikkat çeken bir işaret fişeği dizimdeki yaralar, öyle sanıyorum. İpi her çektiğimde, karşıma çıkan Hz. İbrahim kıssası, Kehf mağarası, Nuh’un gemiyi inşası; unutmaya çalıştığım, belki de kaçtığım, kabullenmeyi ertelediğim bir sorumluluğu haykırıyor: Soyut ya da somut düzlemde gitmek sorumluluğu.
Bir yere yerleşip kalmanın, belki itibar kazanmanın, eş dost arasında sevilmenin, sistemin çarklarına ayak uydurmanın vurduğu prangalardan söz ediyorum; alışmakla akmak arasındaki uyumsuzluktan, kariyerimizle birlikte büyüdüğümüzü sanmaktan, her eş ve dostun sevgisi ve ilgisiyle birlikte yavaş yavaş alıştığımız yere batmaktan, doğruları söylemekten çekindiğimiz her ilişkinin, terk etmekten korktuğumuz her semtin, hakkı haykırmaktan bizi alı koyan her taraftarlığın kalbimize çaktığı kazıktan.
Gerçekleri söyleme cesaretimizi kıran bir hayat tarzı bu. Söyleyemediklerimiz sayesinde bizi olduğumuz gibi kabul eden bir sistemin içinde, pedal çevirip hiçbir yere gitmeyen, ama gitmiş gibi efor sarf eden zavallılarız. Terimizle avunuyor, potansiyel seçkinliğimizle göz boyuyoruz. Gitmek, bu terle elde edilmiş ayrıcalıklardan vazgeçme gücü istiyor. Hz. İbrahim’in kırdığı ilk put bu olmalı, Ashabı Kehf’in, sonra Nuh’un bir gemi gereksinimine olan inancı…
Kolay olmamalı, bu hiç kolay olmamalı.
Bir söz vardır, insanları bir davaya, doğruya yahut davranış değişikliğine çağırmak istiyorsanız, onları kaybetmeyi göze almalısınız diye. Soyut ya da somut düzlemde olsun, öyle anlaşılıyor ki gitmek eylemi önce geliyor, ondan sonra balta.
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.