Hamdimiz ve Senamız,
özünde merhametli işinde merhametli olan, sonsuz rahmetin kaynağı, vahiyle insana tenezzül buyuran,
insanı en güzel kıvamda yaratan,
yarattığı insana Kur’an’ı ve beyanı öğreten,
kelâmıyla söze değer katan, kalemi yaratan ve onunla öğreten âlemlerin Rabbi,
merhametlilerin en merhametlisi,
sevgi ve şefkatin mutlak kaynağı ALLAH’adır.
Desteğimiz ve salatımız,
onun vahyini bize aldığı gibi taşıyan,
o vahyi taşımakla kalmayıp model bir hayatı yaşayan,
insanlığın kabul olmuş sadakası olan
insanlığa ebedi mutluluğun aydınlık yolunu bırakan,
bir ömrü vahye adayan ve
hayatını canlı bir Kur’an kılan Rasulullah’adır.
Şöyle bir soru ile başlayalım:
Eliniz Resûlullah’ın eline değsin istemez miydiniz?
Gözünüz onun gözüne değsin istemez miydiniz?
Sözünüz onun kulağına, O’nun sözü sizin kulağınıza değsin istemez miydiniz?
Havlusunu tutmak, izi sıra yürümek, arkasında namaz kılmak, şöyle bir dokunmak, kokusunu hissetmek, sofrasından yemek, sofranızdan yedirmek istemez miydiniz?
Evinize davet etmek, evine gitmek, yolda şöyle bir seyretmek istemez miydiniz?
Kim istemez ki değil mi?
Aslında bunları istemek sahabe olmak değil mi?
Bu isteğinizi yerine getirseydiniz eğer, sahabe olacaktınız değil mi?
Aslında sahabe olmak demek; Allah Resulü ile çağdaş olmak demektir.
Peki biz o çağda gelmek yerine, bu çağda gelmeyi kendimiz mi tercih ettik?
Bize kimse sordu mu bunu?
Bize sorsalardı 1400 yıl önce Allah Rasulü’nün Mekkesi’nde, Medinesi’nde mi yaşamak istersin, yoksa 1400 yıl sonra Mamak’da mı deselerdi ne derdik?
Var mı tereddüdü olan?
1400 yıl önce Mekke’de, Medine’de Rasulullah’ın yanında demez miydik?
Ben derdim, sizi bilmiyorum ama, eminim ki çoğunuz, hatta hepiniz derdiniz!
Peki o zaman İlahî adalet ne demek?
Biz bunu tercih etmedik!
Allah fırsat eşitliği vermedi mi?
Yani biz şuanda fırsat eşitliğinden mahrum muyuz?
Yani biz tercihimiz olmadığı halde, bize sorulmadığı halde; Allah’ın takdiri gereği, Rasulullah’dan 1400 yıl sonra dünyaya gelmiş olmaktan dolayı kafadan mı kaybettik?
Olur mu? Sizin sevdiğiniz Allah bunu yapar mı?
Adîl olan Allah, Adl-i İlahîsine bunu sığdırır mı?
O zaman bu böyle değilse, bu Allah’ın adaletine sığmazsa, 1400 yıl sonra gelmeyi biz istememişsek, o gün yaratacağı halde bu gün yaratmışsa,
“benim kusurum ne ya Rabbi bunda?
Niye ben dezavantajlı duruma düşeyim ki?” Demek hakkım olmaz mı?
Olur… Olur ama Allah’ın adaletini düşündüğünüzde, böyle bir itiraza muhal olmadığını siz de anlarsınız… Yok böyle bir hakkımız…
İşte bugün, burada bahsedeceğim mevzu bu sorunun cevabı ile alâkalı. Yani Resulullahla çağdaş olma imkânını kaçırmadık. Hala Allah resulüyle çağdaş olabiliriz! Bu mümkündür!
Allah’ın Mustafa kulu, zaman mekân makinası mı icat ettin? Zaman tüneline mi gireceğiz, bizi 1400 yıl ötesine mi ışınlayacak diye sormuyorsunuz değil mi?
Veyahut da Allah Rasûlünü bi-biçimde buraya getirmenin bir yolunu mu buldun diye mi sormalıyız?
Onun yolunu buldum işte, işte size o yolu anlatacağım
Yazımızın ismi aslında, Vahyin Allah Rasulünü İnşaası olmalıydı.
Allah Rasulünü vahiy inşaa etti! O tereddütsüz açık ve net…
Nerden anlıyoruz? Muhammed Rasulullah olmadan önce Abdullah’ın oğlu Muhammed’di. İyiydi bu kesin! İyi idi çünkü Allah vahyinde ifade buyuruyor: Sen muazzam bir ahlaka sahipsin. (Kalem Suresi – 4)
İyiydi,
Abdullah’ın oğlu Muhammed iken, yani vahiy gelmeden önce Mekke’de el üstünde tutuluyordu…
O övülüyordu…
Düşmanları ve daha sonraki düşmanları dahi O’na El-Emin diyordu…
Mekke’nin gülüydü…
Fakat! Ne oldu da Vahiy geldikten sonra Abdullah oğlu Muhammed’i hiç kimse horlamazken,
Neden Muhammed Resulullah olunca O’nun üzerine işkembeler bıraktılar, hakaretler ettiler, küfürler ettiler, başına ödül koydular, mecnun dediler, Alemlere rahmet olan’a alemlerde bir metre bırakmadılar? Neden…
Ne fark var? Abdullah oğlu Muhammed iyi insandı. Muhammed Rasulullah olunca yine iyiydi? Vahyin terbiyesine teslim olunca, Allah eğitince, ‘Vahyin inşaa ettiği insan’ olunca iş değişti. İyi olan aktif iyi oldu. Abdullah oğlu Muhammed iken pasif iyiydi fakat “yaa eyyühel müddessir, gum fe emr” EY YATAN İYİ (YATAN İYİ, İYİ DEĞİLDİR), KALK VE UYAR! KALK VE İYİLEŞTİR, KALK VE İYİLİĞİ YAY, KALK VE İYİ ET emrini alıp kalkınca dün iyi diyenler bugün kötü dediler, dün alkışlayanlar bugün yuhaladılar, dün El-Emin diyenler bugün el-mecnun dediler, dün yere göğe sığdıramayanlar bugün yeri göğü zindan ettiler, başına ödül koydular. İşte fark bu!
İşte bu farkı biz Vahyin Allah Rasulünü inşaası olarak algılıyoruz, hakikaten de öyle çünkü “sen bundan önce iman nedir, kitap nedir bilmezdin. (Şura,52)” demek ki Kur’an’ın tasdikiyle, kitap gelmeden önce iman nedir kitap nedir bilmeyen bir Abdullah oğlu Muhammed’le karşı karşıyayız. Bu Kur’an’ın ifadesi benim değil… İşte ayet ortada… bunun yanına duha suresindeki ayeti de ekleyelim “vecedeke daallen feheda…” sen şaşırmış bir haldeydin ne yapacağını bilemez bir hale gelmiştin, nasıl çare olacak, insanlığın yarasına nasıl merhem olacak, bu insanlığı nasıl adam edecek, nasıl bir çıkış yolu bulacak şaşırmış bir haldeydin. O seni doğru yola yöneltti. Dolayısıyla vahyin inşaası tam burda işte o farkı bize veriyor.
Vahiy Nasıl İnşa Etti?
Bakın, ilk vahiyden alalım: “Oku! Yaradan Rabbin adıyla Oku!” bir emir kelimesi ile başlıyor vahiy. İnşaanın en keskini emir cümlesidir. Belagatta söz ikiye ayrılır: ihbar cümlesi, inşaa cümlesi. İhbar cümlesi, sadece haber verir. Ama inşaa cümlesi durum gerçekleştirir, muhatabını inşaa eder, yani hitap eden öznedir orda emir verir. Soru inşaa cümlesidir, nida inşaa cümlesidir ama en keskini emir inşaa cümlesidir. Ve bir emir fiiliyle başlıyor vahiy süreci bu nedir?
VAHİY İNŞAA EDEN BİR ÖZNEDİR!
İkra! Oku! Nasıl okuyayım? Bismi Rabbikellezi Halag Yaratan Rabbin Adıyla oku!
Bakınız, okuma ahlâkını veriyor Rabbimiz. Burdaki okuma elbetteki kitap okuma değil, burdaki okuma varlığı okuma, yaratılışı okuma, kâinatı okuma, hadisatı okuma… Varlık bütünüyle açılmış bir kitap, eğer okuyorsan. İnşaa başladı: okumayı öğretiyor, bilgi ahlakını öğretiyor farkında mısınız?
İlk inen 5 Ayet:
1-Oku O yaratan Rabbinin adıyla!
2-İnsanı bir kan pıhtısından yarattı!
3-Oku, O, cömenliğinin sonu olmayan Rabbindir!
4-Kalem ile (yazmayı) öğreten de.
5-O, insana bilmediği şeyleri öğretti.
İki kez “oku” var, kalem var, bilgi var yani ilk 5 ayetin haritası belli oldu, konusu belli oldu: Bilgi Ahlâkı. Varlığı okuma Ahlâkı öğretiliyor. İşte burada bir inşaa olduğunu görüyoruz. Demek ki Allah Rasulü varlığı nasıl okuyacağını bilmiyordu. Okumak gerektiğini biliyordu ama nasıl okuyacağını bilmiyordu.
“Bismi Rabbikellezi Halag“ deyince sır çözüldü, besmelenin anahtar olması da orda çözüldü. Bismillahirrahmanirrahim: varlığı açan bir anahtar.
Eğer bir insan hakikati nasıl alacağını biliyorsa problem yok. Bakınız ilk inen pasaj buydu; İkinci inen pasaj ise, Müzzemmil Sûresinin ilk 9 ayetidir. Kaç tane emir-fiil var ilk 9 ayette biliyor musunuz? 9 satır değil, 9 ayet topu, topu 3,5 satır… 7 tane emir-fiil var:
1-Ey o örtünen, (Nebi, üzerine alan demektir, Üzerine ağır bir yük alan Nebi!)
2-Kalk Gecenin bir ilerleyen bir vaktinde,
3-Gece yarısı, yahut ondan biraz önce
4-ve de sonra; ve Oku Kur’an’ı tertîl üzere yani ağır ağır, anlaya anlaya, yedire yedire, sindire sindire, hücrelerine okut! Kur’an seni okusun adeta…
Gece yarısı kaldırıp da ne yapacak Allah sevgili Nebisini? Seviyorsun Nebiyi, bırak da uyusun ya Rabbi! Hem demiyor musun “gündüz, senin için uzun işler vardır”, gündüz uzun işleri varsa, gecede bırak uyusun ya Rabbi… Uyusun da büyüsün… YOO!!! Allah seviyor, sevdiğini uyutmuyor. Siz sevince uyutacağını mı zannediyorsunuz? İnşaa ediyor, sevince inşaa ediyor, sevenleri inşaa ediyor, sevenler vahiyle inşaa oluyor. Sevdiğini böyle ispat ediyor, onun için gece yarısı kaldırıyor.
Gece kalk emri, çok ilginçtir; 3 ayrı seçeneği işaret ediyor: Gecenin yarısı, 3 de 1’i, 3 de 2’si. İslamda gece 12 saattir. Yarısı 6 saat, 3 de 1’i 4 saat, 3 de 2’si 8 saat eder. İlginç değil mi, bu kadar uzun süre? Peki ne yapıyordu kalkıp? Kur’an okutuyordu tertîl üzere. Peki bu ayet indiğinde Allah Rasulü’nün okuması gereken Kur’an’da ne inmişti? 1 sayfa ya var? Ya yok? Gerisi henüz inmemiş. Peki gecenin yarısı, en azı 4 saat o Kur’an’ın bir sayfasından az olan metnini kaç defa okur bir insan? Öyle mi okuyacak? 4 saat okunacak ne var? İşte Tertîl bu, Okuma ahlâkı, inşaa ediliyor ya Hz. Peygamber; inşaa öyle yapılıyor.
Uykuna hakim ol ki, gündüzüne hakim olasın. Gecenin abidi ol ki, gündüzün yiğidi olasın. Daha uykusuna sahip olamayan, yer yüzüne nasıl sahip olacak? Uykuna söz geçir ki, insanlığa söz geçiresin… Önce kendine söz geçir. İşte inşaa bu… İşte vahiy böyle inşaa ediyor.
- İnen pasaj: “yaa eyyuhel müddessir” ey yatan iyi “gum fe emir” kalk ve uyar. İyiliği yay! Tek başına, kendine iyi olma. Siz iyisiniz ben inanıyorum. İyi olmasanız burda işiniz ne? Elhamdülillah, buraya iyiler gelir. Kötülerin burada işi ne? kötülerin kötülük yapacağı bir yığın yer var….
Aktif iyi misiniz? Pasif iyi misiniz? Pasif iyiyseniz eğer, Kur’an gelmemiş gibi davrandığınızı söyleyebilirim…
Kur’an inmedi mi?
Sizin için Kur’an indi mi, inmedi mi? Bu sorunun cevabını pasif iyi misiniz, aktif iyi misiniz ona göre siz kendinize verebilirsiniz! Şöyle kendinizi bir yoklayın, iyiliği kendinize mi saklıyorsunuz yoksa dağıtıyor musunuz? Unutmayın pasif iyiler, aktif kötülerin teşvikçisidir. Dünyaya kötü olarak gelen hiç kimse yoktur. Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar. Hangi çocuk cani olarak doğar? Hangi çocuk katil olarak doğar? Hangi çocuk annesinden Ahlaksız olarak doğar? Hiçbir bebeğe Ahlaksız deme hakkınız var mı? Yok… O zaman kötüler nereden çıktı? Kötüler nasıl oluştu? Her bebek İslam fıtratı üzerine (Rum-30) doğuyorsa, peki nasıl oldu da bu kadar kötü ortaya çıktı?
Önce iyiydi, iyiler aktif iyi olmadığı için, pasif iyiler kötü oldu sonra, onun için aktif kötülerin kötü olmasında pasif iyilerin rolü çok büyüktür… İşte bu nedenle vahiy aktif iyi olmaya davet etti.
Bakınız Müddessir Sûresinde kaç emir var biliyor musunuz? Tam 7 emir, yani inşa devam ediyor?
- Ey örtüsüne bürünen yatan iyi!
2. Kalk, ve (insanları) uyar.
3. Sadece Rabbini büyük tanı.
4. Elbiseni tertemiz tut.
5. Kötü şeyleri terk et.
6. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.
7. Rabbinin rızasına ermek için sabret.
İnşaa devam ediyor, Vahy Allah Rasulünü inşaa ediyor.
O zaman çok güzel bir şey görürsünüz, örneğin bir gül için “aman Allah’ım bu ne kadar güzel bir gülmüş dersiniz değil mi? Ne güzel yapmışlar…” Aslında bir şey alırsınız, bu ne güzel şeymiş dersiniz ve arkasını merak edersiniz: kimin dersiniz, markası ne dersiniz. Gidersiniz bir araba beğenirsiniz ”bu ne güzel bir araba bunun firması ne? ustası kim?“ dersiniz. Bir bina görürsünüz çok güzel ”bu ne kadar güzel bir mimarî, bunun mimarı kim?” dersiniz.
Rasulullah’ı seviyor musunuz? Şüphe yok… Peki hiç soruyor musunuz? Bunun ustası kimmiş diye? Tamam hepimizin ustası Allah ama Rasulullah’ı öyle inşa eden özel bir şey var, o ne? KUR’AN… Rasullullah’ın ustası Kur’an’dı… Kendisi de ifade etmiyor mu? “Rabbim beni terbiye etti, ne de güzel terbiye etti.”
Allah rasulünün bu gerçeğini Hz. Aişe anamız ne güzel de ifade ediyor: “Bize Rasulullah’ın ahlâkından bahseder misin?” dediklerinde: “Siz hiç Kur’an okumaz mısınız? Onun Ahlâkı Kur’an’dı.” demiyor mu? Bu ne muhteşem bir ifade Allah aşkına, bu ne muhteşem bir tespit?
Sünnet nedir desem? Sünnet: Orjinal olan, din de konulmuş olan, hayata ilişkin olan ve daimi yapılan demektir. Sünnetin 4 tane ana unsuru var yani, ahlâka yönelik olan, davranışa ilişkin olandır. Bu manada sünnet, Rasulullah’ın ahlâkıydı.
Peki, o zaman size Sünnetin en güzel kaynağı nedir diye sorsam, bana Buhari’den mi başlayacaksınız, Müslim, Tirmizi, Ebu-Davut… Öyle mi sayacaksınız? Yoksa size en temel, bir numaralı sünnetin kaynağı Kur’an’dır desem şaşırır mısınız?
Bana bir siyer kaynağı tarif et deseniz? Hangisini okuyalım önce diye sorarsanız eğer ben derim ki bir numaralı siyer kaynağını okuyalım önce, Kur’an…
Unutmayın O’nun ahlâkı Kur’an’dı. Dolayısıyla, baştan sona kesin bir ifade, hiçbir zayıf haberi olmayan siyer: Kur’an… Kur’an’ın Rasullullah’ı inşaasından bahsederken O’nun Ahlâkının Kur’an olduğunu zaten söylemiş oluyoruz.
Nasıl İnşaa etmişse vahiy, 1400 yıl sonra hala taze, hala canlı, hala bizimle çağdaş olmaya aday.
Peki baştaki soruya geri dönelim? Hakikaten Allah Rasulü ile çağdaş olabilecek miyiz? Yani bizim dönüp de Rabbimize “ya Rabbi! Bize sorsaydın eğer 1400 yıl evvel gelmek isterdik, elimiz eline değsin isterdik, gözümüz gözüne değsin isterdik, sözümüz kulağına değsin isterdik, sesini duymak isterdik, sofrasında olmak, saframızda olmasını isterdik, ardın da namaz kılmak isterdik, yani isterdik: Kokusunu almak isterdik, peşinde hac yapmak, umre yapmak isterdik. Ben de Rasulullah’ın yanındaydım demek isterdik. Kim istemez? Peki şimdi biz kafadan mı kaybettik? Bizim elimizde değildi ama…
Biz seçmedik bu çağda gelmeyi Allah bize taktir etti bize bu çağda gelmeyi. O zaman bunda bir avantaj varsa eğer, kafadan kaybetmişler arasında değil miyiz? O çağda gelmediğimiz için bir dezavantajımız varsa, bu dezavantajda biz sorumluluk sahibi değiliz, o zaman Rabbimize dönüp kusur bende mi deme hakkımız yok mu?
YOOK!
Peki ya Neden?
Çünkü çağdaş olmamız hala mümkün. Bu çağdan ona sahabe olmamız mümkün. Hani öyle diyor ya? Şu, şu ameli işleyen benimle cennette (iki parmağını sürtüyor) böyle olacak. Burdan ne anlıyoruz? Ahirette peygamber cenneti diye hususi bir cennet çeşidi yok. Ahirette sahabe cenneti diye özel bir cennet türü yok. Yani bu ünvanlar dünyadaki ünvanlar. Ahirette ameller üzerinden eşleştiriliyoruz. Ameller üzerinden tasnif ediliyoruz. Dolayısıyla bu çağda gelmiş olmamızla kaybettiğimiz bir şeyimiz yok. Ama kaybın olmaması için bir şeyin olması gerekiyor: ALLAH RASULÜNÜ İNŞA EDEN VAHYİN, BİZİ DE İNŞA ETMESİ GEREKİYOR! Yani çağdaş olmamız aynı vahiy tarafından inşa edilmemize bağlı. Eğer biz de, onun gibi vahye inşa olursak o zaman Rasûlullah’la böyle yanyana olma ihtimalini yakalarız. İnşallah…
Kur’an ile inşa olmamız mümkün mü?
Eğer, Allah Rasulünün okuduğu Kur’an’la bizim okuduğumuz Kur’an farklı olsaydı mümkün değildi derdim. Değil, çünkü treni kaçırdınız o Kur’an şimdi yok derdim. Ama hiçbir fark yok… Aynı Kur’an elinizde, üstelik vahyin inşa ettiği bir model de önünüzde… O’nun hayatında sizin için güzel bir örneklik vardır ayeti. Vahiy nasıl inşa eder diye sorduğumuzda, hem vahiy var, hem de onun inşaa ettiği muhteşem bir örnek var yani kaçış yok, mazeret yok. Yok öyle… her türlü mazeret yüzümüze çarpılacaktır.
O zaman bize sorulacak şey: vahyin buyurduğu hayatı yaşayıp yaşamayacağımız. Yani Allah Rasulünü inşa eden vahyin, bizi de inşaa etme fırsatı hala önümüzde duruyor.
40 yaşınızı geçtiniz mi? Hayır hepiniz gençsiniz bakıyorum, bırakın fırsatı yakalamayı, sizin fırsatınız daha büyük… Elhamdülillah…
O zaman gelin, ne olur vahiyle inşaa olmanın bir yolunu bulalım. Tekrar vahye özne muamelesi yapalım.
Vahye nesne muamelesi yaparsak vahiy bizi inşa etmez, çünkü nesne özneyi inşa etmez. Öyle değil mi?
Bakınız ben bu bardağa nesne muamelesi yapıyorum, çünkü bu bir nesne. Ben özneyim bu bardağı kaldırdım çünkü o da bir nesne. Ben onu yükselttim, içtim ve attım, alçalttım… O benim nesnem çünkü. Ben ona istediğimi yaparım.
Bu Kur’an olsun. Biz Müslümanlar Kur’an’ı böyle yükseğe kaldırınca, yüceltince Kur’an’a ikram mı etmiş sayılıyoruz? Yoksa Kur’an’a nesne muamelesi mi çekmiş oluyoruz? Böyle yükseklere asarak, en yüksek yere koyarak ne yapmış oluyoruz? Bir de öpüyoruz… öpüyor ve yolluyoruz bay baaay diyoruz. Sen orda yat ben işimi göreyim, sen bana karışma ben sana karışmayayım. Allah’ınızın aşkına ağlanılacak halimize gülüyoruz. Bu ne demek Kur’an’a nesne muamelesi yapmak demek, “Ey Kur’an sen zaten yüce değildin, ben seni yücelttim bu kıyağımı unutma, bak ben seni yücelttim”. Ne demek bunun tersi “istersem yere atarım haa!”
Sen yerin altına atsan Kur’an’ın değerinden zerre bir şey eksilmez, sen göklere çıkarsan Kur’an’ın değerine zerre bir şey katılmaz. O zaten arştan indi. O Levh-i mahfuzdan indi, Levh-i mahfuza kadar da çıkaramazsın ya? Ne o, geldiği yere geri mi göndereceksin yoksa? Çok mu yükseltmek istiyorsun? O kadar çok mu yükseltmek istiyorsun gerçekten? Ne o hiç gelmesemeydi Levh-i mahfuzda mı kalsaydı, rahatımızı bozmasa mıydı? Gül gibi geçinip gidiyorduk, Müslüman olma şeklimize bize bıraksaydı, biz kendi keyfimizce olsaydık, bize bir yol haritası çizmeseydi yani bizi elinde hamur etmeseydi, o bizim elimizde hamur olsaydı yoğururduk, şekiller yapsaydık, yeseydik canımız isteyince helva gibi, yani elimizde olsaydı, arasırada yükseltirdik, hatta hep yükseltiriz. Kıyak yaparız daha ne?
Yoksa, Kur’an özne, bizi eline alıp bizde onun nesnesiyiz.
“Ey Kur’an, beni eline al ve yücelt. Ben sana teslimim… Beni inşa et…” böyle mi dememiz gerekiyor?
Aynısını Allah Rasulün’e de yapıyoruz farkında mısınız? Veda hutbesinde dediği gibi beni Meryem oğlu İsa’yı uçurup kaçırdıkları gibi uçurup, kaçırmayın. Ben bir kulum, “abduhu ve rasuluhu…” benim için deyin ki kulu ve elçisi… yani şehadette biz bunu derken diyoruz ki zımnen, ben Allah Rasulünü Hristiyanlar gibi aşırı yüceltmeyeceğim, Yahudiler gibi de aşağılayıp indirgemeyeceğim.
O’nu Allah’ın koyduğu yere koyacağım. Allah zaten övmüş, adı Muhammed onun, o övülmüş zaten. Dolayısıyla ben onu övüyormuş gibi yapıp da hayatın dışına şutlamayacağım. Ne yapacağım ya? Allah O’nu övmüş ben onu model alacağım. Ben O’nu bu çağa taşıyacağım. Ben O’nu yaşayacağım, ben O’nu üreteceğim, ben O’nu model olarak bu çağın kalbine getireceğim. İnşallah…
Var mısınız? Zor olan bu!
Yoksa methiye mi dizeceksiniz. Lafla methiye dizilecekse diz gitsin… Nasıl olsa kimseye hesabını vermiyorsun, öv dur! Ama ondan sana bir şey yansımıyorsa, O’nun ahlâkından sana bir şey yansımıyorsa, O’nu bu çağa taşıyamıyorsan, O’nun hayatında sizin için güzel bir örneklik vardır ayetinden senin hayatına bir ışık yansımıyorsa, senin övgülerine onun ihtiyacı mı var? O’nu Allah övmüş zaten.
Problemimiz bu dostlar! Hala da devam ediyoruz ve onun için de bir türlü bakınız: belimi doğrulmuyor, başımız yücelmiyor ve çağın öznesi olamıyoruz.
Kur’an bizim öznemizken bir zamanlar tarihin öznesi de bizdik. Tarihin akacağı yatağı biz belirliyorduk. Ne zaman ki biz Kur’an’ın inşa edicisi olmaktan çıktık, Kur’an bizim öznemiz olmaktan çıktı, bizim elimizde nesne oldu. O zaman bizde çağın elinde nesne olduk. Çer çöp olduk, başkalarının açtığı yataklarda akmaya başladık.
Onun için gelin peygamberle çağdaş olmak imkanını yakalayalım. Bu çağda yaşayan sahabî olalım. Gelin Allah Rasulü’nün selam gönderdiklerinden olalım. Ey Ashabım! Bir gün beni görmeden bana iman eden kardeşlerim olacak, onlara selam olsun… Aleyküm selam ya Rasul Allah…
Rasulullah’ın derdinden size de bir dert vermeye, O’nun hüznünden size de bir hüzün vermeye, sizin içinizdeki o mübarek kaygıyı biraz harılandırmaya çalıştım, içinizde biraz o aşkı uyandırmaya çalıştım, yani derdinize biraz dert eklemeye çalıştım.
Rabbim derdinizi Mübarek kılsın.
Rabbim Rasulullah’ı hayatınıza ve hayatımıza taşıtsın.
Rabbim O’nu tüketen sineklerden değil, O’nu üreten bal arılarından eylesin…
Amin.
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.