Spotify’da dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz…
Çocukluğunda ya da daha sonra hiç dayak yemeyen insan var mıdır? Bilmiyorum.
Henüz daha doğmadan; anne-babalarımızın evlilikleriyle ve ebeveynlerimizin ruhsal, fiziksel ve psikolojik durumlarıyla ilgili dayağı ne kadar tanıyor olmaları ve ne kadar kendileriyle içselleştirdikleri…
Yine doğduğumuz şehir, bölge, belde ve ailelerin eğitim durumları, yetiştirilme şekilleri..
Çekirdek ailenin dışında büyük anne-büyük babalar, halalar, dayılar, amcalar ve teyzelerle büyümeler…
Bu ailelerde anne-babaya davranışlar; onların yetersiz, değersiz ve çaresiz oluşları…
Şöyle bir ilginç durum daha var. Daha doğum esnasında ebenin doğan bebeğin sesi çıkmadığında poposuna vurduğu ufak birkaç şaplağı bile bebek dayak olarak algılayacak ve bilinçaltında “dayak” olarak kaydedilecektir.
En masumundan annelerimizin kapının arkasına koyduğu süpürge ve terlikleri kim bilir kaç defa arkamıza, sırtımıza ve bacaklarımıza yemişizdir.
Sıra dayağına çekilen çocuklar…
Babasının ya da öğretmeninin “terbiye” tedrisatından geçirilen “yapmasaydın ya da yapma!” seansları…
Çocuğuna kızan anne-babaların; çocuklarına kızdıklarını belli etmek için ellerinde ki oyuncak bebeğe vurmaları.
Yine kızgınlıklarını belli etmek için bir kediye,bir hayvana bir sopa, taş ya da herhangi bir şey fırlatmaları…
Ya da yine ebeveyn çocuklarına kızgınlıklarını anlatabilmeleri için ellerinde ki bir şeyle tahtaya, duvara ya da cansız bir şeye vurmaları…
Bir anne ve babanın sözde, çocukları dövmeden, birbirlerine yalandan vuruyor olmaları ve birbirlerini ağlatmaları… Bununla beraber çocuk anneden mi yana babadan mı yana onu gülerek takip etmeleri…
Bu örnekleri o kadar çoğaltmak mümkün ki
Çok yakın zamanlarda çocuğuna “falaka” ile terbiye veren bir baba görmüştüm; bunu Ahmet Rasim’in çocukluk günlerini anlattığı 1927’lerin “falaka” kitabında geçen acı ancak geçmişte kalan bir hikâye olarak düşünürdüm.
Bu kadar dayakla terbiye edilmeye çalışılan bir toplumda nerden başlamalıyız?
“Dayak cennetten ÇIKMIŞ…” diye bir başlık attık.
Öyle ki dayağın olduğu yerde cennetten eser kalmayacaktır. Bir cennet vesilesi olacağını düşünmek, çocuğun dayakla cennetvari bir yaşama merhaba diyebilmesi mümkün olmadığı gibi; sağlıklı, başarılı, güvenilir, aklıselim bir yaşamın temellerine de dinamit atmaktır.
Şöyle birkaç soru sorabiliriz:
Dayakla terbiye mümkün mü?
Dayakla eğitim mümkün mü?
Caydırıcılık olması için nasıl bir tutum sergileyebiliriz?
Mutlaka çocuğumuzu ya da yetiştirdiğimiz çocukları cezalandırmalı mıyız?
Bebekliğinden itibaren illa da çocuklarımıza kendi duygu ve öğretilerimizi yerleştirebilmek için ebeveynler olarak çeşitli eğitme, terbiye ve yetiştirme metotları geliştiririz kendimizce. Ve buna uymayan bebelerimizi de ufak ufak terbiyeye alırız İstediğimiz gibi olmayınca da sopalarımızın ucunu ufak ufak gösteririz.
Unutmayalım! Sopayla büyüyen, itip kakmayla, hakaretle büyüyen çocuklar büyüyüp nöbet kendilerine geldiğinde kendilerine uygulanan metotların aynısını daha fazlasıyla gündeme koyacaklardır.
Sağlıksız toplumun temellerini sağlıksız anne-babalar oluşturuyor maalesef.
Başkalarına gösterdiğimiz toleransı, sabrı, sevgiyi kendi ailelerimize gösteremiyoruz. Şımaracaklar, kötü insan olacaklar ya da başaramayacaklar diye.
Yaramazlık yapan ya da ödevini yapmayan çocuğa tokat atarsan, cezalandırırsan, çocuğun yaramazlıklarını, olumsuzluklarını sadece bastırmış olursun. Çocuk kısa vadede olumsuz davranmayı keser ama onu içinde hep saklar. İçinde öfkeyi, kini, intikamı öyle büyütür öyle büyütür ki ilk fırsatta bin misliyle bir şeylerden veya bir yerlerden acısını çıkartmayı plânına koyar.
Hatta ortamı ayırt edip kendini döven her kimse o evdeyken uslu durup dışarıya çıktığında yaramazlığı daha da artacaktır. Ayrıca bilinç altına atılan bu dürtü, ileride artık kendi ayaklarının üzerinde durmaya başladığında daha katı, daha sert, daha fena şekilde ortaya çıkacaktır.
Henüz 3-4 yaşlarında elindeki bebeği cezalandırmak için oynadığı su dolu kovaya ya da havuza daldırıp onu boğmaya, nefessiz bırakmaya, öldürmeye çalışan küçük çocuklar görmüşsünüzdür mutlaka. Takdir edersiniz ki bu masumane bir oyun değildir. Daha o yaşlarda çocuklarımıza psikopat olmanın adımlarını atmış oluyoruz unutmayalım.
Sokakta bir kediyi-köpeği taşlayan, zarar vermeye çalışan ya da onları öldürmek isteyen çocuklara da çok rastlamışızdır. Sizce bu davranışı nasıl kazandılar? dersiniz.
Çocuklar içlerine bastırdıkları dayaĝın ya da kötü davranışın acısını türlü şekillerde ortaya koyabileceklerdir.
Çocuğunu yetişmek için uğraşma; kendini yetiştir, eğit diye güzel bir söz vardır. Sen kendini eğitirsen çocuğun da eĝitilir.
Yalan söylemesini istemiyorsan yalan söyleme.
Çalmasını istemiyorsan çalma.
Tembellik yapmasını istemiyorsan, programlı ve çalışkan ol.
Terbiyeli olmasını istiyorsan küfretme, küçültücü sözler söyleme.
Çocuğuna dokunmaktan ve sevmekten çekinme
Çocuğuna her dokunuş, onun biraz daha güzelleşmesi için yüksek ameliyedir.
Sigara içiyorsan çocuğunu yasaklayamazsın. Gücün yetiyorsa önce kendine yasakla.
Öz güvenli yetiştirmen için özel eğitime gerek yok. Kendine ve çocuğuna güvenmen en özel okullarda okutmaktan daha değerlidir.
Çocuğunu okula verirken iyice araştır. Dayak atan, ceza veren öğretmenlere asla verme. Hatta o okulda böyle bir hareketi görmezden geliyorlarsa diğer öğretmenlere de verme ve bunu mutlaka dile getir.
CEZA kelimesini gündeminizden ve lugatınızdan mutlaka çıkarın.
İlla da bir ceza vermeniz gerekiyorsa; sevdiği şeylerden alacağı ceza kadar mahrum edebilirsiniz. Ki bunu da sık uygularsanız alışkanlık yapacaktır.
– cezalandırılan organizmada korku meydana gelir ve organizma bu korkuyu çoĝu zaman ortama geneller. Ve her defasında bir tık daha fazlasını yapar.
– yaramazlığından dolayı sınıfta öğretmeni tarafından cezalandırılan bir öğrencinin okula gitmek istememesi.
– ceza bulunduğu sürece cezalandırılan davranış tekrar gösterilme eĝilimine girecektir .
ÇOCUĞA CEZA VERME YERİNE:
Çocuğun yaramazlık ya da yanlış yaptığı ortamdan bir süre uzaklaştırmak çocuğun daha sağlıklı düşünmeye yol açabileceğini görebiliriz.
-ödevini yapmayan bir öğrenciye annesinin oyuncaklarıyle oynamayı yasaklaması olabilir.
-çocuk istenmeyen davranışı kontrollü bir ortamda bıkana ve yorulana kadar yapar.
-görmezden gelme;cezaya karşı alternatif olarak en iyi ve en etkili süreçtir.Istenmeyen davranışın görmezden gelinmesi oldukça işe yarayacaktır.
Görmezden gelinen bir davranışın yapılmasında başta bir artış görülebilir.Yapılan tüm uygulamalara karşı davranış engellenemiyorsa cezaya başvurulabilir ki,bu ancak belli uyarılardan sonra yapılmalıdır.
Ceza verilirken tutarlı olunmalı,kesinlikle gülerek verilmemeli,geciktirilmeden uygulanmalı,nedeni net bir şekilde açıklanmalı ve asla acı verici,kişiliĝine yönelik rencide edici şekilde olmamalı.
Asla aşağılayıcı bayaĝı kelimeler,değersizleştitici davranışlardan kaçınmalıdır.
Bütün bunlarda başarılı olunamıyorsa bir uzmandan yardım alınmalıdır.
Bir dokunmanın,bir saçlarını okşamanın,bir tatlı sözün,sevgiyle gözlerine bakmanın, şefkatle elinden tutup bağrına basmanın,yaptıĝı güzel davranışları güzel tatlı sözlerle ödüllendirmenin,aralarda sevdiği, beğendiĝi küçük hediyelerle sevindirmenin bir çocuğu yetiştirirken çok tatlı ikramiyeler olduğunu göreceksiniz.
Kavga olmayan bir evde kavga eden çocuklar göremezsiniz.
Eşine iyi davranan, saygı duyan bir ilişkinin çocuklarında saygısızlık bulamazsınız.
Ne ekerseniz onu biçersiniz vesselam.
Lokman’ın oĝluna dediği gibi YAVRUCUĞUMM… Hitabı ne muazzam bir ifadedir, ortada buz bırakmayacaktır. Siz anne-baba olarak yavrucuğum diyebilirseniz, ordan da anneciğim-babacıĝım gelecektir.
Çocuklarımız işlenmeyi bekleyen san’atlarımızdır. San’atçı san’atına uygun hareket eder, değer verir unutmayalım.
İclâl Gül Gölgeli
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.