Spotify’da dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz…
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” dese de Ahmet Haşim…
bir telaşı vardı adamın, bir acelesi…
Daha dün ilkokul dördüncü sınıfa gidiyordu. Üniversite son sınıfa nasıl gelmiş, beş yılın sonunda gönül koyduğu “ıtır”ını ne ara almış, ne ara masallara ilham olmuş düğünlerini, hayal ötesi güzellikte yaşamış ve beklediğinden daha güzel yuvasını kurmuştu.
Sanki bazı şeyler kendi elinde değilmişçesine hızlı akıyordu. Girebilir miyim acaba dediği işe çoktan girmiş, koca işlerin Ceo’su olmuş, utana sıkıla ürkek oturduğu koltuğuna öyle oturmuştu ki, adeta makam koltuğu için yaratılmıştı. Otuz yıl ne çabuk geçti diye mırıldanı verdi kendi kendine…
Eve uzanan yolda öyle gerilere gitmişti ki, malikanesinin dış kapısına ulaşmak üzereyken hafiften tökezledi ve küçük bir sarsıntıyla kendine geldi. Büyülü dünyası bozulmuştu sanki ahh dedi kapıya yaklaşırken. Işık hızıyla gelmişti buraya, sanki zaman ötesi…
Zamanı bağlasaydı bir yerlere de zaman böylesine akmasaydı. Kafasını kaşıdı elinde olmadan, canı sıkılmıştı besbelli… Ellibeşine az kalmıştı. Bayağı da hatırı sayılır dostları vardı. Nerdeen nereye dedi kendi kendine… Nerden nereye?! Evet, kendisi kafasına koymuştu aslında büyük yerlere gelmeyi, gelmişti de…peki yolunda gitmeyen neydi?
Şöyle bir baktı etrafına, kralları bile kıskandıracak bir yaşamı vardı. Off dedi yine bir iç sıkıntısı ile kafasını kaşıyarak… Koşar adımlarla evinin kapısından girerken yok dedi yok, bu değildi benim istediğim… Geçmişini geleceğine sunarken bir yığın mağduriyet, geleceğini geçmişine sunarken bir yığın konfor görüyordu. Ne büyük tezat dedi kendi kendine mırıldanarak.
Eşi Itır’ı diş hekimi olmasına rağmen bir kaç yıl çalışmış, çocuklarına kavuştuktan sonra bırakmıştı işini. Olsundu zaten, O’nun kazançlarına ihtiyaçları mı vardı.
Güçleri ve keyifleri yerindeydi… Oğlunu masanın başında, kızını da telefon konuşması yaparken görünce veranda da kendi gençliğine döndü bir anda. Dört yıldır ana-babasını görmemişti. İçi sızladı, kalbi yandı, gözleri doldu istemsiz bir şekilde. Yok ya dedi yokk… Bu değildi onun istediği, bunu plânlamamıştı. Uzun zamandır telefonda etmiyordu anasına-babasına. Tüh dedi ya tüh… Ne çabuk geçmişti yıllar. Ben dedi böyle plânlamamıştım. Hem ömrü çarçabuk geçmiş, hem memleketinde ki herkesi sanki unutmuşçasına beynini bir zorlamıştı.
Kapıdan giriş karmaşasıyla ani bir fren yapar gibi durdu, kısa bir soluk aldı ve ben gidiyorum dedi kısa, telaşlı ve mahcup bir tavırla…
Geriye dönerken yine “ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” diye mırıldanırken şair’e hafiften kızdı yine mırıldanarak…
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak… Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak… Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak… Derken çoktan inmeye başlamıştı bile hızlı hızlı uçağın merdivenlerinden, Ahmet Haşim’e inat.
“Bir yere yetişmeğe” çalışıyordu… Bir yere yetişmek… Bir yere yetişmek. NOKTA!
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.