Söz söylemenin şehvetine kapılırız çoğu zaman. O sözlerden sorumlu tutulduğumuzu unuturuz, doğru söylüyoruzdur ve doğru söylediğimiz için haklıyızdır, gerisi de pek mühim değildir. Söylediğimiz doğru sözün dönüp dolaşıp bizi de sınayacağını düşünemeyiz. Konuşuyoruzdur, doğru konuşuyoruzdur, bazen laf olsun diye konuşuyoruzdur, diğerinin ağzında kendi haklılığımızı arıyoruzdur.
Söz sadece bir söz değildir. Söz, karnımızdaki nefesle yakıt bulup ağzımıza doğru ilerlerken hem zihnimizden, hem kalbimizden bizimle ilgili bazı bilgileri de yanına alır, söylediğimiz sözle bu bilgileri karşıya iletir. Sözü iyi dinlemek okuma eylemine yaklaşır bir anlamda. Söz söylemeden önce düşünmeyi tavsiye eden kadim öğütler, özü ve sözü doğru tutmada insanın kendini yoklamasına olanak sağlar. İnsanın yaptığı en kolay eylemlerden biri olsa da konuşmak, sorumluluk yükü bakımından yükte hafif pahada ağır eylemlerden biridir.
İki insan konuşurken ağzımızdan çıkan sözlerin istatistiği tutulsa, herhalde “haklısın” sözü ilk sıralarda yer alır. Canımızı sıkan bir olayı, anıyı anlattığımızda, karşımızdaki kişinin bizi anladığını “haklısın” karşılığını verdiğinde anlarız. Belki o da bizi anladığını belirtmek için bize “haklısın” der. “Haklısın kardeşim, bunu sana nasıl söyler, sana bunu nasıl yapar?” Giderek kendimizle ve hayatla kurduğumuz ilişki de haklılık-haksızlık düzleminde kurulur. Haklı olmak varlığımızın onaylanması anlamına gelir adeta. Oysa haklı olmak sadece o konuda bir miktar haklı olmaktır. İkili ilişkilerde bir kişinin yüzde yüz haklı olduğu durumlar nadirdir. Haklılık üzerine inşa edilen benliklerimiz, haklılığı bir konuyu irdelemek, sonuca bağlamak, anlaşma sağlamak için kullanmaz, varlığını korurcasına ister haklılığı. Haklı olmazsa utanacak, haklı olmazsa ölecek gibidir. Daima haklı olan birinin diğerini anlamak imkânı böylece ölür. Haklılıklarımızın yarıştığı ilişkilerde maalesef kalabalıklar arasındaki yalnızlıklarımızla tanışırız.
Sebe suresi 20. Ayeti ve şeytanın secde emrine itirazını yeniden okuduğumuzda şeytanı yoldan çıkaranın kıskançlıktan ziyade, gerekçesine atfettiği haklılığı olduğunu, bu haklılığa tutunduğunu, aynı tuzağa bizimde düştüğümüzü fark ederiz. Hâlbuki haklılığa değil, Hakka tapacaktık. Şeytan ve Adem örneklerinde gördük ki, mesele hata yapmak değil, hatada ısrar etmek. Kendisini haklı gören bir insan, şeytanın yaptığı gibi, hatasında ısrar eder. Kendisini temize çıkarmaktan sakınan kişi ise kurtulur.
Bir söz söyledi ve gitti: “Eğer zulüm bizdense ben bizden değilim.” Bu sözü söylemek hala onun hakkı ve sadece ona yakışıyor. Özle doğrulanınca memnun olmuş bu sözü söyleyerek içimize o özden bir şeylerin taşınacağını umuyoruz. Sözün alıcısı kulaklarımızdır oysa. Bu sözün içimizi yoklamasına, içimizde bu sözü söylemeye muktedir bir özün henüz oluşmamışlığına dair izleri duymaya niyetli miyiz? Sosyal medyada sıkça paylaştığımız bu söz, gelip bizi sınamıyor mu ara ara? İnsanın kendisine atfettiği haklılık pek çok haksızlıklar yapmasına yol açıyorken, bizden çıkan haksızlıkları nasıl görebiliriz, nasıl ben benden değilim diyebiliriz? Kendini haklı gören zalim, zalim olduğunun bile farkında değildir. Göremediğimiz haksızlıklarımızı dilimizle çektiğimiz söz, tövbe mi temizler, hatalarını fark eden idrakimizin sözü, tövbe si mi?
Hakkıdır, haklılığa değil, Hakk’a tapan milletimin istiklal!”
Vesselam.
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.