DENEMELER

Bizimkisi Bir Zan Hikayesi

İyi insan kimdir hepimiz biliyoruz: tabi ki biziz.

Kalp kırmaktan çekiniriz, bu yüzden kişinin arkasından konuşmak daha güvenlidir, konu ettiğimiz kişiye olan öfkemizi onun haberi olmadan boşaltırız ve tekrar onunla nazik iletişimimize devam ederiz.

İyi insan kimdir hepimiz biliyoruz: elbette biziz.

Öyle iyiyizdir ki, karşımızdaki kişiye, sırf kırılmasın diye, bizi üzen davranışını söylemekten kaçınırız. Bizim neye kırıldığımızı arayıp kendisinin bulmasını bekleriz. Böylece bizim onu incitme ihtimalimiz kalmaz. İpucu vermek için laf sokmalarımız, bazı triplerimiz olmasa, ona kırıldığımızı bile anlayamaz. Nedense bu davranışımız onu öfkelendirir. Öfkesini ifade ettiğinde de, aslında onun ne kadar kötü, düşüncesiz, inceliklerden yoksun biri olduğunu ona ve herkese gösteririz.

İyi insan kimdir, hepimiz biliyoruz. İyice anladık, değil mi? Bildiniz: Biziz!

Her zaman hakkı söyler ve hakkı savunuruz. Bu yüzden daima biz haklıyız. Her ne yapıyor, her ne söylüyorsak, bu karşımızdakinin iyiliği içindir, onu kendisinden bile korumak için yaptığımız küçük müdahaleler asla ihlal değildir.

İyi insan kimdir, artık biliyoruz.

Fedakârız. Tamam, aşırı fedakârız. Bu özelliğimiz karşımızdaki kişiye büyük konfor sağlıyor. Ama bu durum onda suçluluk uyandırıyormuş, ama borçlu hissediyormuş, ama onun kendini geliştirmesine engel oluyormuş falan. İnsanlar öyle nankör ki! Nankörlüklerini anlasınlar diye onlara yaptığımız iyilikleri sayıp dökünce, “kim senden iyilik istedi ki?” demeleri yok mu?

İçine doğduğumuz kültür bize ‘iyi insan’ diye bir kavram öğretti. Bu öğretilerde çocuklar hiçbir sınıra sahip değildir. Onların, doydum, üşümedim gibi, kendisinden sadece kendisinin haber verebileceği ifadeler, onun “iyiliği” için reddedilir. Çocukların bir şahsiyeti, sınırı yoktur. Kız çocukları sınırlar edinmek ve bu sınırları ifade etmek konusunda daha dezavantajlı yetiştirilir. Sadece büyüklerinin, özellikle erkek büyüklerin bir sınırlarının olma hakkına sahip olduğu, daha aşağı konumda, mevkide olanların izin verilenler dışında bir sınıra sahip olma hakkının olmadığı, böylece kültürel olarak bir kurban sınıfı yaratıldığını görmemiz gerek. İyi çocuklar, uslu çocuklar, iyi kızlar, iyi adamlar diye yaratılan bu kurgusal iyilerden olmak için, karşımızdaki kişinin zaaflarına ihtiyaç duyarız. Başkaları kötü olduğu sürece iyi olduğumuza inanabiliriz. Mağdur olduğumuz sürece “iyi”liğimiz garanti altındadır ve bu iyiyi korumanın bedelleri çok ağırdır.

Gerçekte iyi insan kimdir, tanımıyoruz. Gerçekten iyi insanlar olmamız kimlerin işine gelmiyor? Kurgusal iyinin içinde kalarak kimlere, nelere hizmet ediyoruz farkında olmadan? İyi insan diye bize dayatılan standartları biliyoruz, imajını biliyoruz ama kendisini bilmiyoruz. İyi insan olarak uslu duracağımızdan emin olanların bize öğrettiklerini biliyoruz, ama iyi insanın nasıl bir savaşçı olacağını bilmiyoruz. İyi insanın bir yanağına tokat atılsa öbür yanağını çevireceğini biliyoruz ama hakkını adilce nasıl savunacağını bilmiyoruz. İyi insanın iyi olacağı için çıkıntılık yapamayacağını, daima uyumlu olacağını biliyoruz ama sadık kalacağı değerleri olacağını bilmiyoruz. İyi insanın iyi hizmet edeceğini biliyoruz ama nasıl hizmet alacağını bilmiyoruz. İyi insanın güler yüzlü olacağını biliyoruz ama nasıl öfkeleneceğini bilmiyoruz. İyi insanın nasıl korkacağını biliyoruz ama nasıl cesur olacağını bilmiyoruz. İyi insanın zorba olmayacağını biliyoruz ama nasıl kurban olmayacağını bilmiyoruz. İyi insanın yardımsever olacağını biliyoruz ama nasıl tükenmeyeceğini bilmiyoruz. İyi insanın “iyi” bilindiğini biliyoruz ama iyi insanların nasıl iyi bilinmeyi umursamayacağını bilmiyoruz.

Kirli bir akvaryuma doğmuş balıklar gibiyiz. Akvaryumun suyunun kirliliğini seziyoruz ama onu isimlendiremiyoruz. Topluma yeni gelen bebeğin, gerçek iyi ve temiz olana gelmesi, onu güvenli bir yuvada tanıması, bireyi kirli ve sahte olanı ayırt edebilmesi bakımından daha avantajlı kılar. Bir hayat boyu doğru sanılan yanlışları ayıklamak acı vericidir, suçluluk uyandırıcıdır. Rabbimizin, bir rahmet olarak gönderdiği Kur’an’ı, içine doğduğumuz kültürün kirini pasını ayıran bir filtre olarak görmek mümkündür bu bağlamda. Kur’an ile hemhal oldukça, onu tanıdıkça, Kur’an’ı ortak bilincimiz, ortak değerimiz haline getirdikçe, aramıza yeni gelen bireyler daha temiz olanla tanışır ve insanın insana yüklediği gereksiz yükler, birer birer çöpe gider. Çünkü hayat, biz istemesek de, gerçeğin taklidini yapan sahteyi açığa çıkarmakta ısrar eder.

Kendimize taktığımız iyi, Müslüman, ahlaklı gibi etiketlerin hayat için hiçbir anlamı yoktur. Hayat bizden kendimizi görme konusunda cesur olmamızı ister. Başkasında yargıladığımız her kusurla, “ben olsam öyle yapmazdım” kibrine kapılarak ortaya attığımız her iddiayla sınanmamız, kendimizi görmekten başka neye hizmet ediyor ki? Hayat bizim zanlarımıza tutunmaz, ne yazık ki biz de zanlarımızı bırakmadan hayata tutunamıyoruz. Cumartesi yasağını delen Yahudilerin durumuna benziyor bazen durumumuz. Kendimizi kandırmaktan öte gitmeyen izahlar, dolambaçlı yollar… Kur’an bize bir ahlak sunuyor. Karşımıza bizden daha zayıf, daha güçsüz yahut bizden daha güçlü bir varlık çıktığında takındığımız tutum, bize kendi gerçekliğimiz hakkında çok şey söylüyor. Sizce çocuklara olan tutumumuz, kendimizi görmek bakımından mükemmel bir fırsat değil mi? Kardeşler arasında adalet, merhamet, sevgi ve şefkat… Çocuğumuz, bizim sevgimizi kazanmak için kendi fıtratından kopuyor mu,  öfkemizden saklanıyor mu, bize güvendiği için zarar görüyor mu? Çocuğumuz bizden “emin” değilse, “Müslüman emin olunan kimsedir.” hadisinde kendimizi nerede buluyoruz? Çocuğumuz bize güvendiği için kendisini hayal kırıklığına uğramış hissediyorsa, biz kendimize gerçekten nasıl güvenebiliriz? Çocuğumuza karşı hatalı davrandığınızda ondan özür dilemek yerine kendimizi haklı çıkarmaya çalışıyorsak, bize hangi ayna hizmet edebilir?

Kabil’in ahlakı Habil ile girdiği rekabette mi iflas etti, yoksa Habil “Seni öldürmek için sana elimi uzatmayacağım.” diyerek savunmasızlığını ilan edince mi?

Savunmasız olan karşısındaki tutumumuzu, ahlakımızı görebilmemiz için, Rabbimiz bize gözlerden ırak, mahrem olan yuvalarımızda aynalar vermiş. Eşlerimiz ve çocuklarımız bizim hatalarımızı, kusurlarımızı örterler, biz de hatalarımızı düzeltmeye evdeki halimizden başlarız. Böylece çocuklarımız çok önemli bir şeyi öğrenirler: Sorun hata yapmakta değil, hatada ısrar etmekte.

Sonra… Sonra gerçekten iyi bir insan, inşallah.

İyi görünmek ya da iyi olmak. İşte bütün mesele bu.

Yazıyı, İsmini vermek istemeyen bir diziden bir diyalog paylaşarak bitirmek istiyorum: (Böylece spoiler olmuyor).

“Gazeteci kız: Ona n’aptın böyle?

Papaz: Sakın bunu yapma, sakın beni yargılamaya cüret etme, sevginin yolundan gittim ben. Görev dışı davrandım, elimden geleni yaptım ama hiçbir şey, hiçbir şey benim hatam değil.

(Bu esnada papaz yerdeki çekici eline alır).

Gazeteci kız: Tamam, tamam.

Papaz: Neden korkmuş görünüyorsun? Benden nasıl korkarsın sen? Bu bana hakarettir.

Gazeteci kız: Çekici bırak, tamam mı?

Papaz: Yapma! Bana ne yapacağımı söylemeye cüret etme! Ben kibar ve sevgi dolu bir adamım. Ben bir kocayım, bir babayım. Nasıl benden korkarsın? Ben lanet olası bir papazım!”

Vesselam.

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

mimhece

Ses-Söz-Arpacık
5 1 Oy
Gönderiyi Puanla
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları gör

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
0
Düşüncelerinizi bildirmek ister misiniz, lütfen yorum yapınx