ANALİZDENEMELERYAZILAR

Hz. Peygamberin Hayatını Farklı Okumak

“Hz. Peygamberin Hayatını Farklı Okumak” başlıklı bu yazımızda O’nun hayatındaki kritik dönemleri psikolojik açıdan ele alacağız.

Yola Başlarken

Hz. Peygamber, yaşayacağı zorlu hayata nispeten henüz dünyaya bile gelmemişti ki babasını kaybetti. Bu, Onun hayatını anlatan siyer yazarlarının yazdığı ilk satırdı. Ancak O’nun hayatına dair yazılan ilk satırın hayat bulduğu sıralarda belki de O, en büyük destekçisini kaybettiğinden bile habersizdi. Bu kayıp Onun yolu yalnız yürüyeceği anlamına geliyordu ki nitekim öyle de olmuştu. Hayata yapayalnız başlamıştı Allah Resulü.

Akabinde hayata gözlerini açar açmaz bir süt anneye verildi. Babasını zaten hiç tanıyamamıştı ancak şimdi hayattaki tek sığınağı olan annesinden de uzak kalmıştı. Derken henüz 6 yaşında annesini de kaybedince Allah Resulü bu sefer büsbütün yalnız kalmıştı. Aslında daha önce de yalnız kaldığı olmuştu ama bu yalnızlığı bundan öncekilere hiç benzemiyordu. Bu kez kimsesiz ve tek başınaydı.

Buraya bir parantez açalım. İnsanın kişilik ve karakterini belirleyen en kritik yaşantılar çocuklukta oluşur. Hatta bu yüzden psikologlar, çoğu zaman travmalarıyla yüzleşebilsinler diye insanların çocukluklarına inmeyi denerler. Çünkü çocukluk kritik bir dönemdir; kişiliğe dair bütün özelliklerimiz çocuklukta filizlenir. Allah Resulü hayatının en kritik döneminde kimsesiz kaldığında aslında hayatın zorlu şartlarıyla baş edebilmeyi de öğrenmeye başlamıştı. Çünkü çocukluk döneminde insanın, üzerinde tesiri olan değer verdiği kimseleri kaybetmesi onu sonraki dönemlerde daha dayanıklı ve daha olgun bir kimse haline getirir. Allah Resulü de en büyük destekçisi olacak anne babasını yolun başında kaybettiği için çocukluğunu bile yaşayamadı, erken büyüdü ve olgunlaştı. Hayatın zorluk ve meşakkatleriyle henüz çocukken yüzleşti. Zihin dünyası erkenden gelişti, acı ve sıkıntılara karşı çok erkenden sabırlı ve dayanıklı olabilmeyi öğrendi. O kimsesiz kaldığında bile Onun hayatını inşa ve terbiye eden Bir Kimse vardı.

İlk Yüzleşme

Hz. Peygamber vefat edinceye kadar dedesinin, sonrasında da amcasının yanında kaldı. Bu süreçte büyüdü, gelişti, ticaret yaptı, kısacası hayata atıldı. Ama bununla beraber de ahlaki ve zihinsel bir kimlik ve bir dünya görüşü kazanmaya başladı. Bu kazanımın bir tezahürü olacak ki Allah Resulü toplum içerisinde yaygınlık kazanan Cahiliye devrinin bütün yozlaşmış davranışlarına karşı çıkma ve baş kaldırma ihtiyacı hissetti. Cahiliye toplumunda insanın değerini alçaltan şiddet, yağma, zulüm gibi toplumda yer edinmiş tüm çirkin eylemlerden son derece rahatsız oldu. Çocukluğunda erken olgunlaşması ve gelişmesi hasebiyle bu insanlara ve bu topluma ait olamadığını gençliğinde çok yoğun bir şekilde hissetti. İçerisinde büyüdüğü ve yaşadığı toplum Onun ruhunu daraltıyor ve gönlünü incitiyordu. Bu duygu ve düşüncelerle bir adım atma ihtiyacını yüreğinde hissetti ve Hılfu’l-Fudul’a yani Faziletlilerin Topluluğuna katılmaya karar verdi. Amacı, toplumunda yer edinen bütün çirkin işleri ortadan kaldırmak ve daha erdemli, daha ahlaklı ve daha yaşanılabilir bir toplum inşa etmekti. Güçlünün zayıfı ezmediği, insanların birbirini dışlamadığı, mallarına göz koymadığı, zulüm ve işkence etmediği, bütün zararlı işlerden uzak bir toplum kurmak istiyordu. Bu girişim Onun Cahiliyenin kötülükleriyle ilk yüzleşmesiydi.

Başarısızlık ve Vazgeçiş

Allah Resulü gençliğinin henüz baharında Cahiliyenin karanlık yüzüyle ilk mücadelesine girişse de bunda umduğunu bulamadı. Hılfu’l-Fudul birkaç olayda hususi birer başarı elde etmişti ancak yine de Mekke toplumundaki kötülükler bütün çirkinlikleriyle hala öylece duruyordu. Bu ilk yüzleşme ona topluma iyilik ve adaleti yayma konusunda hatrı sayılır bir başarı vermedi. Hatta bazı kötülükler insanlar arasında öylesine yer etmişti ki toplumda normal karşılanmaya bile başlamıştı. Bu durum erken olgunlaşan, zihin ve ahlak dünyasını çok erkenden geliştiren Allah Resulü için içerisinden çıkılmaz bir hal aldı. Artık toplumdan ve insanların bu durumundan umudunu yitirmek ve herkesten uzaklaşıp kendi yalnızlığına çekilmek üzereydi. Tam bu noktada Hira, insanlara dair umudunu kaybeden Allah Resulünü bağrına basan bir sığınak olacaktı. Öyle ki hayatına kayıplarla başlayan, Hılfu’l-Fudul ile başarısız bir ıslah girişiminde bulunan ve artık insanlardan ümidini tamamen yitiren Allah Resulü, yalnız yürümeye başladığı bu yolda yine yalnız kalmıştı.

Nihayetinde toplum içerisindeki hayatını bırakıp Hira’ya çekilen Allah Resulü günlerce farklı düşüncelere dalıyor, çirkinliklerin olmadığı bir mağarada ruhunu dinginliyordu. İnsanlardan ve onları ıslah fikrinden vazgeçmişti. İnsanlar ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın asla düzelmeyecek gibiydiler. Bu çirkinlikleri değiştiremediğine göre o halde gidecekti. Nitekim Hira’da herkesten uzak bir şekilde yaşamaya bir süre devam etti. Artık Hira, Allah Resulünün kötülüklerden saklandığı sığınağı ve vefakar bir dostu haline gelmişti. Şöyle bir dönüp bakınca belki de onu hayatı boyunca Hira gibi sahiplenen hiç kimse olmamıştı.

Hayatından 40 yılı devirmek üzereydi ve yorgundu. Bütün umudunu yitirmiş bir vaziyette günleri doldurmakla meşguldü. Belki de koca bir ömrü Hira’da geçirebilirdi.

Vahyin Gücü

Ama sonra bir şey oldu. Daha önce olmayan, onu şaşırtan ve korkutan bir şey gerçekleşti. Yeryüzü bütün genişliğiyle ona dar geldiğinde Hira Onun yüreğini genişletmişti. Ama şimdi Hira bile Onun üzerine geliyor, zaman olabildiğince donuklaşıyordu. Gördüğü şeylerden sonra korkuyla karışık ürperdi ve dehşete kapıldı. Birkaç ayet duydu ve okumaya başladı. İşte bu ayetlerle beraber insanlardan umudunu yitiren Hz. Peygamberin, aslında insanlığın kalan tek umudu olduğu yankılandı Hira’nın duvarlarında..

Hira’da yaşananlardan sonra Hz. Peygamber koşa koşa evine döndü. Ayaklarının altındaki ve gözlerinin önündeki her şey adeta silinmişti. Eve vardığında biricik eşi, dostu Hz. Hatice’den üstünü örtmesini rica etti. O da Allah Resulünü ilk kez böyle görüyordu. Belli ki Hira’da bir şeyler olmuştu.

O gün Allah Resulü Hira’dan indiğinde bir daha asla Hira’ya dönmedi. Çünkü Hira’da yaşananlar Onun yeniden insanlara dönmesini ve umutlarını yeniden yeşertmesini sağlayacaktı. Hira’da Allah Resulünün yüzü bir kez daha insanlara döndü.

Allah Resulünün peygamberliğine dair hiçbir delil olmasaydı bile onu insanlardan ümidini büsbütün yitirmiş bir halde mağaradan indiren ve hayata döndüren şeyin vahiy olduğu rahatlıkla söylenebilirdi. Çünkü 40 yaşında artık heyecanı ölmüş, umudu tükenmiş bir insanı normal şartlarda bu noktadan geri döndüremezdiniz. Ancak Allah Resulü kendisini kapattığı mağaradan öyle bir dönmüştü ki inşa ettiği hak ve adalet üzerine kurulu toplum, yüzyıllar süren bir medeniyet kurmayı başarmıştı. Hiçbir şey değilse bile vahyin gücü ve hakikati işte budur. Yapayalnız kalan, umudunu yitiren ve heyecanını kaybeden bir yetim, hayatının son döneminde mağaradan indi ve bütün insanlığın kaderini değiştirdi. Elbisesine büründüğü yerden kalktı ve uyardı; onlara iyiyi, doğruyu ve adaleti öğretti. Bu süreçte çok büyük sıkıntılar çekse de çocukluğundan getirdiği o güçlü karakter ve kişiliğiyle hepsinin üstesinden geldi. Ve bütün umutların tükendiği yerde, Hira’yı terk ettiği gün görkemli bir zaferi selamladı. Bütün bir hayatı boyunca yalnız kaldı demiştik ama aslında hiçbir zaman Rabbi onu yalnız bırakmadı.

Müslüm Zunluoğlu

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

0 0 Oy
Gönderiyi Puanla
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları gör

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
0
Düşüncelerinizi bildirmek ister misiniz, lütfen yorum yapınx