Öfkenin Elçileri
Yaşamın ve ölümün bir tekerleğin iki kutbu gibi döndüğü, her an yenilendiği dünyada, kentlere kurulan meydanlarda görünmez yükler getirilir, konur; tıpkı bir cenazenin cami avlusuna getirilmesi gibi, cemaatle namazı kılınır ve defnedilir. Ölen, kendi cesedinin sorumluluğundan muaftır artık, onu gömmek işi topluma ait bir iştir.
Kanepenin yanındaki sehpanın üzerine, mutfak tezgâhına, kent meydanlarına küçük cenazelerimiz birikir. Az önce sevdiğimiz biri tarafından değer görme umudumuz ölmüştür, kurulmuştur cenazesi mutfak masasına. Bir çocuk babasının öfkesini kendi üzerine çekmiştir, belki kardeşini korumuştur o öfkenin şerrinden, çocuğun güven duygusu ölmüştür ve süpürülmüştür cenazesi halının altına. Esnaf, eksik tarttığı malın parasını cebine indirmiştir, dürüstlük ölmüştür oracıkta, cenazesi meydana kadar getirilmiş, sorumluluğu pay edilmiştir sessizce topluma. Her gün, her an cenazeler arasında yaşar, cenazeler üstünde kahve keyfi yapar, kimimiz yasını tutarız kayıplarımıza. Fark etmeden ne çok kıyım yaparız. Bunca küçük zulümlerin bir hesabı vardır elbet; ölen dürüstlüğün, güvenin, hayal kırıklığının bir bedeli vardır. Bu dünya denge dünyasıdır. İyilikler kötülükleri def etsin diye, cenazeler kaldırılsın diye salih amellere tutunanlar, dünyanın dengesine ne büyük katkılar yaptıklarını belki de bilmiyorlar.
Her eylem bir duygu açığa çıkarır. İyilik yapan iyi hislere vesile olur, kötülük yapan öfkenin elçilerini çağırır meydana. Kötülüğe yöneltilecek öfke, yerine ulaşmadığında dünyada dengeler bozulur. Kötülüğe yöneltilecek öfke, çevredeki en zayıflara, hassaslara kendini duyurur. Aman büyüktür, aman şöyledir diyerek çevresi tarafından hoşgörüyle karşılanan kişi, hak ettiği öfkeyle buluşması engellendiğinde giderek zalim bir kimseye dönüşür. Hoşgörü nasıl da zulme hizmet aracına dönüşür böyle? Çevre bu tutumlarıyla kendi zalimini doğurmuş olur. Çünkü bu dünyadaki reytingi en bol rol, kurban rolüdür. Peki, zalime ulaşması gereken öfke nereye gider. Çevrede bulunan en zayıflara, çocuklara. Öyle bir çıkmaz sokaktır ki bu, çocuk kendisini işitecek kulaklardan mahrumdur, çocuk sözünün itibarı yoktur. Çocuk, boyunu aşan öfkeyi kendine yöneltir. Çocuk hem zalimini hem de kurbanını içinde büyütür yıllarca. Ama öfke hiçbir yere gitmez. O da büyür çocukla. Bir toplum böylece diri diri gömer çocuklarını, görünmez toprakların altına.
Dürüstlüğü öldüren esnaf, toplumun güvenini baltalamış, baltalanan güven fiyatları artırmış, fiyatlar arttıkça esnaf güvene daha çok saldırmış ve toplum, kendiyle yüzleşmek yerine, bir günah keçisi bulmuş, onu suçlamıştır. Bir toplumu kendi zulmünden koruyan şeyin bir keçi olabileceğini kim düşünebilirdi? Keçi, hükümet, cemaat, Mars’ın geri hareketi, Tanrı… Kendimiz dışında birini suçlayalım da, kim ve ne olduğu fark etmez. Sonra işte yeni kurbanlar, işte yeni zalimler, aynı roller, aynı oyunlar, değişen dekorlar ve sahneler. İnsanlık tarihi müstekbir-müstezaf üzerinden okunduğunda hikâyenin aynı olması düşündürücü. Modernleşmenin bizi kayırmadığı aşikâr. Daha incelikli kötülükler, daha entelektüel zalimler dışında bir gelişme yok ortada.
Öfkeyi sahibine yöneltmek demek, zulmeden kişinin ününden, şanından, büyüklüğünden, ona duyduğum korkudan ve ondan elde edeceğim yararlardan vazgeçtim demektir. Öfkenin elçilerinin sözlerini işitmek demek, emri bil marufu diriltmek demektir. “La”nın bunları içermediğini kim iddia edebilir? Zulme karşı durmadan hangi iman gelip kalbimizde yuva kurabilir? Kendini kandırmayı bırakmadan hangi hakikat gözlerdeki perdeyi kaldırabilir?
Vesselam.
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.