DENEMELER

Özgürlük Üzerine

Özgürlük deyince aslında insanoğlunun insan olarak var edilmesinin, insan olarak değerli kılınmasının, insan olarak var olabilmesinin ve insan olarak sorumluluk sahibi olmasının en temel ve en belirleyici özelliklerinden birinden bahsettiğimizin bilinciyle konuya girmek lazım diyerek söze başlamakta yarar var olduğu kanısındayım.

 Özgürlük gerek insanın insan olarak düşünebilme ve gerekse düşündükleri arasından tercih yapabilme, gerekse kendisine sunulanlar arasından tercih yapabilme yada reddedebilme  yeteneğinden bahsetmektedir. İnsanı insan kılan da düşünüp, duyumsayıp tercih yapabilme serbestliğine sahip olmasıdır desek yeridir. Tersi ise insanı bu özelliğinden mahrum etmektir ki, bunu düşünmesi dahi çok kötü bir his uyandırır insanda! İnsandan özgürlüğünü almak, onu yok saymak ve hatta yok etmekle eş anlamlı olsa gerek. Özgürlüğü alınan insan adeta onursuzlandırılır ki bu da onun insanlığına yapılabilecek en büyük hakarettir ve hatta saldırıdır.

Peki özgürlüğü engelleyen nedir dersek; buna verilebilecek en iyi cevap, insanın kendisine ait alanda ve kendisine ait değerleriyle hareket edebilme serbestliğinin yok edilmesidir diyebiliriz. Ancak bu değerlerin yaratılıştan getirdiği iyilik değerleri olmasını gerekli kılar. Yaratılışına aykırı ve yaratılışından getirdiği iyilik değerlerini yok eden, yok sayan ya da baskılayan, sonradan enjekte edilerek dayatılarak kişiliğini yaralayan değerler ise, özgürlüğün engellerindendir.

İlkel köleleştirme yöntemleri ile insanların yaşadıkları yerlerin basılarak köleleştirilmeleri, ya da savaşlarla köleleştirilmeleri veya cezalandırılarak köleleştirilmeleri ve alınıp satılarak köleleştirilmeleri bu tarz bir yaşama mahkum edilmeleri insan onuruna ve özgürlüğüne yapılan en büyük saldırılardandır. İnsan kendisini bir an bile bu konumda düşünse ağır travmalar yaşaması işten bile değil! Ancak insanlık artık bu tür ilkel kölelik sistemlerinden vazgeçeli epey bir zaman oldu. Ama ne yazık ki kölelik bitmedi. Artık modern çağda özgür görünümlü kölelik sistemi onun yerini aldı. Bu sistemde köle sahipleri kölelerin sorumluluğunu doğrudan almıyorlar genellikle. İnsanlar görünüşte serbestler ancak oluşturulan sistem ve sosyal yapı ile onları kendilerine bağımlı kılarak köleleştiriliyorlar.

Köleleştirmenin yani özgürlüğü yok etmenin yolunu insanların ya da toplumların iradelerini yok sayarak ya da baskı altına alarak kendi iradesini onların iradesinin üzerine dayatmak şeklinde tanımlarsak sanırım doğru bir tanım olacaktır. Bunun da çeşitli yolları vardır. Askeri olarak, ekonomik olarak, siyasi olarak, yönetim olarak, kanunlarla yada kanunsuz olarak zorlayıcı şartlara mahkum kılarak fiziki yani dışsal olarak köleleştirme olabileceği gibi, bilgisel, kültürel, zihinsel, duygusal olarak, sokak terbiyesi ve mahalle baskısı, (aşağılama, izolasyon, yalnızlaştırma, aforoz, suçlama, moda, grup aidiyetine zorlama,  vb.) gibi sosyal kuşatma yöntemleriyle de köleleştirme yöntemleri kullanılabilmektedir. En kalıcı ve kazançlı köleleştirme yöntemleri ise zihinsel ve duygusal köleleştirme yöntemleri olsa gerek. Ki bu yöntem gönüllü köleleştirme ve köleliği köleleştirilenlere onaylatma  açısından da en uzun vadeli ve kalıcı yöntemdir. Bugün çağdaş dünyada askeri yöntemler kullanıldığı gibi ekonomik, siyasi, tekniklerin yanında daha çok sosyal kuşatma yöntemiyle gönüllü köleleştirme yoluna gidildiği görülmektedir. Zira zihinsel ve duygusal kölelikte köle olduğunu göremez insan, özgürlüğü bazen yerinde, bazen de zirvede yaşadığını zanneder. Bu yüzden köleci sistemler ya da kişiler insanların zihinlerini ve duygularını yöneterek onları kavgasız, kansız, acısız, sorunsuz ve hatta haz yaşatarak onları kontrol altına alıp kendilerine bağlı kölelere dönüştürmektedirler. Bunun içinde insanların duygu ve düşüncelerinde efendilerinin iradesini gerçekleştirecek, efendilerine hizmet edecek yeni düşünce ve duyumsama değerleri, inançları ve yöntemleri üreterek onları çeşitli yöntem ve araçlarla enjekte etme yoluna gitmektedirler. Bu yolun sonunda insanlar artık efendilerinin kendilerine uygun gördüğü yaşam biçimini gönüllü olarak kabullenmekte kölelikte özgürlüğü arar hale gelmektedirler. Artık ihtiyaç, düşünme, arzulama, sevme, sevmeme, nefret etme, dışlama, kabullenme, haz alma, acı çekme, iyi, kötü, faydalı, zararlı gibi her şeylerini efendilerinin isteklerine göre belirlemekte ve ona göre yapmaktadırlar, daha da doğrusu efendilerinin kendilerine sundukları arasından tercih yapmak zorunda bırakılmakta, kendilerinin aleyhine olan ama kendi lehlerine değil efendilerinin lehlerine olan şeyleri gönüllü kabullenmekte ve yapmakta yarışır hale gelip, efendilerini ise kendilerini sömürenler olarak değil, ulaşılması gereken yıldızlar, idoller ve hatta tanrılar olarak görmekte, onlar gibi olmak, onların arasına girebilmek, onların gözünde değer kazanabilmek için onların istediği her şeyi yapabilmek amacıyla  rekabet ortamına girip, bu uğurda ise kendileri gibi olanları aşağılamak, dışlamak, itip kakmak, onlara saldırmak ve hatta öldürmek, onlara ihanet etmek, şuçlamak gibi her türlü muameleyi içlerinde bir sıkıntı duymadan yapabilir hale geliyorlar, yeter ki tanrılaştırdıkları sömürücülerine bir adım daha yaklaşabilsinler.

Tanrılar bunu yaptırırken kullarından(köleleştirdiklerinden) yaptıklarını ibadet hazzıyla yapmalarını sağlamanın en güçlü en kalıcı yol olduğunu bildikleri için bu hazzı yaşatmanın vazgeçilmez olduğu bilinciyle sahip oldukları en etkili araçları ve yolları kullanırlar. Artık kölelerin ihtiyaçlarını, arzularını, hazlarını, zevklerini, eğlence biçimlerini, mutluluk ya da mutsuzluk yol ve kriterlerini v.s. kölelerinin gönül huzuru için! de onlar belirler. Bunun içinde; moda, görgü kuralları, ideal yaşam tanımları, sokak ve mahalle baskısı, medya, sosyal medya, reklam, inanç ve değerler oluşturma, değerlilik hissini yaşatma şekil ve aygıtlarını üretme bu yollardan sadece bir kaçıdır. Mevcut yaşam biçimlerini(dinlerini) itici gösterip, amaca hizmet eden yeni yaşam biçimlerini yani dinlerini üretmek, bu yollardan da yine kulağa hoş gelen insanın özüne uygun kavramlar üretmek, ancak dışı bunlarla süslenirken içini gönüllü kulluğa götüren yaptırım planlarını devreye sokmak ta bunlardandır.

Artık sevginin, aşkın, nefretin tanımları ve ölçüleri değişir. Köleler nasıl ve niçin seveceklerini ve kızacaklarını tanrıların belirleyip kendine sunduğu yeni beğeni ölçüleriyle beğenip ona göre tavır alıp davranış sergilerler. Kuşatılmışlıklarını fark edemeyecekleri bir illizyona hipnozlanırlar. Bilinçaltları yeniden programlanıp bilinçleri bu doğrultuda işlem görür. Bunun için insanların heva ve heveslerine, geçici hazlarına giden bir geçit açmak bu işin en garantici yollarından birisi olsa gerek. Ayrıca insana mevcut konumuyla değersizlik hissini yaşatır ki, o, değerli olabilmek için her isteneni yapmaya hazır olsun, bu da ayrı bir taktik desek yeridir. Aslında bu yöntemler insanın var olduğu her çağda uygulanan yöntemler olsa da modern dünyada sanki daha yoğun uygulanır hale geldi.

Peki insanları köleleştiren, onların onurunu, özgürlüğünü yok eden, onları hep sömüren kişilerin derdi ne desek acaba nasıl bir cevap bulabiliriz? Sanki bunun altında herkese ve her şeye hükmederek, yön vererek kendilerine hizmet ettirip onların emeklerini, umutlarını, duygularını, akıllarını sömürerek bunun sonunda ise kendi özgürlüklerini en sınırsız biçimde yaşayarak tanrılaşıp tanrı pozisyonunda değer kazanıp, kendilerini en değerli hissetme dürtüleri ve o dürtülere teslim olmuşluklarından kaynaklı küçüklük hissi yatıyor olsa gerek! Biraz açmak gerekirse; aslında bu insanlar kendilerini bilinçsizce küçük ve değersiz gördükleri için, büyük olduklarını, değerli olduklarını ispatın ve bunun hazzını yaşamanın peşinde koşuyorlar. Oysa kime neyin ispatını yapmaya uğraşıyor derseniz; buna cevap olalrak, yine köleleştirdiklerine dersek, hata etmiş olmayız sanırım. Adeta köleleştirdiklerinin gözünde değerli olabilmek için onların gönüllü ama vahşi köleleri olma yolunda gidiyorlar. Öyle ki küçümsedikleri kişiler onlara büyük demeli, güçleri ve konumları karşısında eğilmeli, değerli olduklarını hissettirmeli ki onlarda bununla büyük ve değerli olmanın hazzını yaşasınlar. Buradan baktığımızda yine kölelere muhtaç olarak onların kölesi olma uğruna onları her yolla köleleştiriyorlar. Yoksa bu değerlilik, güçlülük, hükmetme dürtüsü, büyüklük hissi, belirleyici olma, yön verici olma, sınır çizici olma dürtüleri olmasa bu dürtülerine hizmet etmeden de değerli insan olabileceğine ve hatta bu dürtülere hiç ihtiyaç duymadan daha rahat, sağlıklı, huzurlu, içsel ve dışsal barış içinde yaşayabileceğini idrak edebilirler, köleleştirirken kölelerine kölelik yapmak zorunda hissetmezlerdi kendilerini. Yani kendini en özgür, en güçlü, en değerli hissetmeye çalışanlar aslında zavallı ve aciz varlıklar olduğunun bilinçsizce farkındadırlar.

Yine bu insanlar özgürlüğün zirvesinde olduğunu düşünürken bunun için vampirleşirken köleliğin, hevaya ve hevese olan köleliğin dibine vurmaktan kurtulamamanın azabını ruhlarının en derinlerinde yaşayanlardır.  Bu halleriyle zavallıdırlar, acınasıdırlar.

 Peki özgür olmanın yolu ne derseniz?!…  Hevanın ve egonun baskısından kurtularak evrenin bir parçası olarak  diğer insanlarla eşit varlıklar olduğumuzun, yeteneklerimizin ve birikimlerimizin farklı olmasını ise sistemin işlemesi ve dengelerin oluşması için bir gereklilik olduğu bilinciyle onlarla her şeyi ihtiyaçlar ölçüsünde  adil ve eşit paylaşarak, onlarla kaynaşarak, yardımlaşma ve dayanışma içerisinde sevgiyle, saygıyla emek harcayarak var olmanın yolunu seçmek derim.

Erol YILMAZ

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

Erol Yılmaz

1965, Şebinkarahisar doğumlu. Bir köylü çocuğu olarak dünyaya geldi ve hayatının on altı yılını bu köyde köy hayatı yaşayarak geçirdi. İlkokulu ve ortaokulu Şebinkarahisar’da, Liseyi de Boyabat Lisesi'nin Matematik bölümünden mezun olarak tamamladı. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Ana Bilim dalından mezun olduktan sonra Ankara’ya ailesinin yanına döndü. Bir süre değişik işlerde çalıştıktan sonra İstanbul’da başlayıp Bursa’da tamamlanan askerlik sonrası Konya’da başladığı Fizik Öğretmenliğini beş buçuk yıl yaptıktan sonra bırakarak, özel sektörde eğitimci olarak geçti. Konya, Mersin, Adana, Trabzon illerinde on dört yıl bu işi, öğretmen, yazar, yönetici, iş adamlığı görevleriyle yaptıktan sonra kamuya memur olarak atandı ve halen Mersinde bu işine devam etmektedir. Çeşitli özel kurumlarda ve kamu kurumlarında yirmi beş yılı aşkın yöneticilik yaptı. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında kurucu, yönetici, denetçi olarak görev yaptı ve halen devam etmektedir. Türkiye'deki değişik fikir akımlarında bulundu, onları okudu araştırdı, bazılarında sempatizan ve takipçi, bazılarında öğretici ve yönlendirici olarak bulundu. Ortaokul yıllarında başladığı okuma çalışmalarına lise yıllarında hız vererek, ayrıca öğrendiklerini seminerle aktararak üniversite yıllarında yazmaya başladı. Değişik ulusal dergilerde yazıları yayınlandı. İki yıl radyo program yayın yönetmenliği, yapım ve sunuculuğu yaptı. Farsça, İngilizce, Arapça üzerine metin çözümleme düzeyine kadar çalıştıysa da devam ettiremedi. İki lisans bir Ön lisans, NLP Trainer, EFT, diksiyon, on parmak daktilo, uygulamalı tiyatro, aile-evlilik ve ilişki danışmanlığı ve yaşam koçluğu eğitimleri aldı. Teorik Fizik, Psikoloji, Siyaset, Sosyoloji, Tarih, Edebiyat Felsefe, İktisat, Dil, Sayısal Bilimler, ideolojik fikir akımları ve hareketleri, dinler ve özel olarak İslam ve Fıtrat ilgi alanında olup bu alanlarda kısmi olarak okuma ve anlatı çalışmalarında bulundu. Öğrencilik yıllarında evlenerek bir hanıma eş ve dört çocuğa babalık mesleğini halen sürdürmektedir.
5 1 Oy
Gönderiyi Puanla
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları gör

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
0
Düşüncelerinizi bildirmek ister misiniz, lütfen yorum yapınx