Devlet Üzerine
Burada devlet düşünürken kelimenin kökünden ziyade bir mekanizma, bir tüzel kişilik olarak ortaya çıkışından ve sürdürdüğü işlevinden bahsetmek istiyorum.
İnsan hayatında gerçekleşen ve ortaya çıkan her şey gibi o da ihtiyaçtan çıktı diyebiliriz. İnsanlar genellikle iki çeşit davranışlarda bulunurlar. Birinci grup; iyiyi, doğruyu herhangi bir kurala, kanuna gerek duymadan, toplumsal değer yargılarına ihtiyaç duymadan ve bağlı kalmadan içsel seslerine yani yaratılış (Fıtrat) değerlerine uygun ve onu içselleştirmiş olarak kendiliğinden bilinçsiz yeterlilik düzeyinde yaparlar. Yine adına vicdan dediğimiz, yaratılıştan içlerinde buldukları doğrulara, iyilik ve ıslah yoluna bilinçsiz yeterlilik düzeyinde içselleştirmiş olarak uyarlar. Bunlar Tasavvufta “hakikat ve marifet ehli ya da sahip olduklarıyla mutmain olmuş kimseler olarak tanımlanır. Ki bunların durumu; insanın olgunlaşma düzeyinde ilerlemiş halidir. Felsefe de ise bu kişilerin durumu “Filozof” ve daha ileri düzeyde bilge kişilerin durumunu temsil eden durumdur. Bu durumun en önemli özelliği; insanın akıl ve duygu dengesinin kurulması ile varılan sonuçtur. Vicdanın ve Fıtratın kontrolündeki akılla ulaşılan bir durumdur. Burada akıl düşünen bir zeka olmanın ötesine geçip, duyusal zeka, biraz daha ileri geçip ruhsal zeka boyutuna ulaşmış akıldır. Zira düşünen zeka (entelektüel zeka) zekanın düşünme hızını ve kapasitesini ifade eder ki, terbiye edilmediği sürece zekanın ilkel ve bencil biçimini ifade eder. Yalın haliyle bireysel düşünür. Sahibini ayakta tutmak, yaşatmak, bireysel egonun istediği ihtiyaçlar anlamında kazanımlar elde etmesini, bu kazanımlarını elinde tutmasını ve artırmasını sağlamaya yönelik çalışır. Merkezde hep kendisi vardır, kendisinin dışındakiler önemsizdir. Bu zeka türündekiler insanın ilkel konumunda olup, daha çok canlılık(hayvani) diyebileceğimiz biçimde var olmanın yolunu ararlar. Bu zekanın egemenliği altındakiler bu zekalarının rehberliğinde bencillikleriyle dünyayı cehenneme çevirmeyi başarırlar ve kendileri de sürekli bir içsel cehennemi yaşarlar ama farkında değildirler. Kontrol edilmedikleri ve doğru yönlendirilmedikleri sürece, insanın hırsına, sınırsız arzularına, ulaşması yoluna acımasız ve haksız biçimde yönelirler. İfsat edicidirler, ıslah edicileri keriz, saftirik aciz varlıklar olarak görürler. Ancak fiziki yaptırımlarla, ceza ve ödüllerle yönlendirilebilirler. İşte böyleleri için kesintisiz hukuk kuralları bulunmak ve tavizsiz olarak uygulanmak zorundadır. Bazen fırsat bulurlarsa bu hukuk kurallarını da delmeye çalışırlar ve zekalarını bu yollarda kullanır ve geliştirirler. Bu gruptakileri kontrol etmek için ise adına devlet dediğimiz kontrol ve yönetim mekanizması gerekli olur.
Bedensel zevkler, tatminsizlik, saldırganlık, narsistlik, anlamsız sertlik, diktatörlük, katillik, hırsızlık, sahtekarlık, ırkçılık, soygunculuk, tutuculuk, tahammülsüzlük, bölücülük v.b. hep bu zekanın ürünüdür. Kanunculuk, kuralcılık, ve devletçilikte bu zekanın ürünüdür. Çünkü bu zeka ancak baskı ile kontrol edilebilir, ama o bile bir yere kadar!.
Duygusal zeka ise bencillikten daha çok biz olarak hareket eder. Kendisiyle beraber çevresindekileri de düşünür, onlarla birlikte var olmaya ve hareket etmeye çalışır. Bu anlamda kendisi için istediğini sevdikleri için de ister. Bu zekaya sahip kişiler kuşatıcıdırlar, toparlayıcıdırlar, doğruları vicdanlarında bulur, kanunlar da değil! Kurala, kanuna ve devlete ihtiyaç duymazlar, olursa da kendi lehlerine değil herkesin lehine olsun isterler. Ahlaklıdırlar, adaletin meşruluğunu vicdanlarında ararlar.
Ruhsal zeka sahipleri ise, duygusal zekanın daha da ilerisine giderek bizi de aşar, tanıdığı, tanımadığı, bildiği, bilmediği herkes ve her şey için iyi olanı isterler. Evrensel olarak düşünüp varlıkta insanı da aşıp tüm varlığın hakkına riayeti içinde bulur ve ona göre düşünür, hisseder ve uygularlar, yada bunun için çaba sarf ederler. Maun suresinde bahsedildiği gibi; entelektüel zeka sahipleri yetimi itip kakar, miskini doyurmayı teşvik etmez, duygusal zeka sahipleri kendisi yetimi ve miskini sahiplenir, doyurur. Ruhsal zeka sahipleri ise onları sahiplenir, onları özgürleştirecek bir yaşamı kurar yada kurmayı teşvik eder, bu uğurda çaba sarf eder, yetimi ve miskini sahiplenmeyi bu ölçüde yapar. Ruhsal zeka evrensel iyiliğin devletini kendi içinde kurulmuş bir şekilde bulur ve bunu gayri ihtiyari yaşatır ve yaşatmaya çalışır. Onların insan yapısı kanuna, kurala ve devlete asla ihtiyacı olmaz. Zaten ideal ve evreni kucaklayan devleti, kalbine sığdırmış ve onu orada bulmuş, görmüş, fark etmiştir. İnsanların koyduğu kurallar, kanunlar, devletler, egemenlikler genellikle entelektüel zeka sahiplerinin ürünü olduklarından insana ve evrene fayda sağlamadığını ancak tabanın fazlaca zorlaması durumunda onları kaybetmemek ve daha verimli sömürebilmek için verdiği zararı azaltarak, yada tabana ve zamana yayarak, cüzi fayda sağlama yoluna başvurduklarını ama evrene ve içinde bulundurduğu insan da dahil tüm varlığa başarabildiği oranda zulüm ettiğini görürler. Tabii burada devlet deyince yalnız modern devlet yapılanmasını anlamamak lazım. İnsanlar üzerinde, hırsa, hakimiyete, yönetmeye ve yönlendirmeye, yarışmaya, üstün gelmeye yönelik üst ve alt tabakalardan oluşan bütün yapılanmaları devlet statüsünde görmek, devletin ne olduğunu anlamak için doğru yol olacaktır. İnsanlık tarihine baktığımızda sakin kendi halinde yaşayan topluluklar olmuş, bunlar kendi içlerinde herkesin birbirini sahiplenmeye çalıştığı, alt üst ilişkisine dayanmayan, sadece kişisel farklılıklara, yeteneklere sahip bu farklılıkları da diğerlerine üstünlük taslamaya değil onlara katkı sunmaya yönelen bir yaşam tarzı kurmuş olsalar da bugünün tarihinde pek bilinmezler. Bugünün tarihi bugünün sistemini meşrulaştırmak üzerine yazılmıştır. Bu nedenle hep savaşlar, saldırılar, egemenlik ve sömürü yarışları üzerine bir tarih yazmayı yeğlemişlerdir. Aksi halde bugünkü sistemlerinin meşruluğunu tarihe dayandırma imkanı bulamayacaklardır. Nitekim insanlığın özellikle devletli(yani otoriter yapıların) tarihine baktığımızda hep savaşların, sömürülerin, öldürmelerin, talanların tarihini görüyoruz. Yine insanın can, mal, akıl namus, onur, erdem güvenliğinin hiçe sayıldığı, bu değerlerinin zayıflatıldığı, insanlığın acze düşürülerek vahşi sömürü sistemlerinin kurbanlarını anlatan tarihi okumaktayız.
Bu sahte cenneti arayan entelektüel zeka sahipleri cehennemi kendi içlerinde yaşattıkları gibi dışarıya da yaşatır ya da yaşatma eğilimindedirler. Duygusal zeka sahipleri kendi içinde cenneti kurmaya çalışırken, cennetle entelektüel zekanın cehennemi arasında git gelleri yaşarlar.
Ruhsal zeka sahipleri ise kendilerini tamamen içsel cennetlerinde yaşatırlar ve bu cenneti kendi dışındakilere de yaşatmaya çalışır, gerekirse varlıklarını bu uğurda vakfeder, hatta feda ederler. Onların cennetlerini cennet yapan lüks, para, üstünlük, hükmetme, büyüklenme, refah değil; sadece ve sadece yaşatma, can suyu olma, yüreğini açma, sevme, sayma, iyi ve kötü herşeyi paylaşma duygu, kaygı, düşünce ve fiilleridir. Entellektüellerin cehenneminin ateşi onları asla yakmaz, tıpkı Nemrudun ateşinin İbrahimi yakmadığı gibi.
İşte devlet dediğimiz gücü, insan önce vicdanıyla , fıtratıyla kendi içinde bulmalı ve onu sadece insanlığın değil tüm varlığın hizmetine sunmalı.
İnsanlığın kurduğu devlet ise entelektüel zekanın kurduğu, insanları birleştirmek, kaynaştırmak, barış ve huzura kavuşturmak, yüceltmek, doğayı ve evreni güzelleştirmek yerine, kendi bencilliğini daha da güçlendirerek egosunu ilahlaştırmak için kurduğu, doğayı ve evreni tahrip etmeye, hor ve hakir biçimde sömürmeye, insanlığı ise parça parça bölerek, çatıştırarak, istismar ederek, ilkel ve modern kölelere dönüştürerek, hayatın ve varlığın anlamını ve hedefini yok edip çarpıtarak, sürekli savaş ve sömürülerle başkaldıranları, yada başkaldırma riski olanları da küçük nimetlerle satın alarak, cehennemi bir hayatı haşhaşiler gibi cennet diye illüzyonlarla, halüsinasyonlarla insanlığa yutturarak, kendileri de bunu niye yaptıklarının farkında olmadan sürüklenen, varlığın firavunu olan entelektüel zekanın çok acı bir ürünüdür, maalesef. Asıl olan devleti yüreğinde bulmaktır. İnsanın kurduğu devleti de kısa vadede mümkün olduğunca entelektüel zekanın elinden alarak ehlileştirilmeli, uzun vadede ise yok etmek gerekmektedir. Zaten insanoğlunu kendisini önce duygusal sonra da ruhsal zekaya evirebilirse yüreklerin dışındaki devlet zamanla anlamsızlaşarak yok olacaktır.
Erol YILMAZ
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.
Erol Ağabey kalemine, yüreğine sağlık, yolun açık, yazın bereketli olsun ama ben bu entelektüel zeka, ruhsal zeka, duygusal zeka gibi yamuk Dücane ağızlarını hiç sevmiyorum, haberin olsun.
Sevgili dostum öncelikle değerlendirmeniz için teşekkür ederim. Ancak bahsettiğiniz zeka ile ilgil ayrıştırma Psikolojinin ilgi alanına giriyor ve bu ayrıştırma biçimini bahsettiğiniz kişiden hiç duymadım, bunları hocamdan öğrendim. Bilgilerinize sunarım.
Yüreğine sağlık kardeşim, tasnifin açıklayıcı olmuş
Teşekkür ederim sevgili dostum