İnsanın Gelgitleri Üzerine
İnsanlar, insanın hep istikrarlı olmasını isterler. Bunu isterken bilirler mi ki o insana hep haksızlık ederler?!
Kendileri de dahil her zaman ve her halükarda insanın istikrarlı olabilmesinin mümkün olamayacağını bilemezler.
İnsan değil midir hep farklılıkların, zıtlıkların egemen olduğu alem?!
İnsan değil midir bu yapısıyla insan olmanın gereğini yerine getiren?!
Huzuru ararız bazen kendimizde, istikrarlı olmakla, bazen güveni ararız başkalarında yine, düzenli, disiplinli ve ‘dengeli olmak’lıklarında! Bu yüzden de ne kendimizde ebedi huzuru yakalarız, ne de başkalarında güveni! Zira bu ‘insan olmak’lığımızın farkında olamadığımızın bir sonucudur.
İnsanı ancak değişkenliğiyle kabul edersek yakalarız, içimizde huzuru, dışımızda ise güveni! Aksi halde kaderimiz olur hep kırılganlıklar, hayal kırıklıkları… Hem içimizde hem de dışımızda karlar yağar hep güvendiğimiz dağlara…
An olur hüzün kaplar, ümitsizlikler kol gezer, darmadağın eder içsel ve dışsal ortamımız ruhumuzu, gönlümüzü ve dahi aklımızı! An olur bir coşku sarar benliğimizi, severiz, seviniriz, sevilmeyi, takdir edilmeyi, tasdik edilmeyi bekleriz ve ilkbaharın rengarenk çiçekleriyle, güzel kokularıyla ifade ederiz kendimizi. Fakat bizim bu halimiz bazen doğru bazen de yanlış algılanır çevremizdekiler tarafından, kendi ruh hallerine, değer ve inançlarına göre!
Severiz bazen hatta aşık oluruz, anne baba olur bu bazen, bazen kardeş, bazen can parçası evladın olur, dostun olur bazen, bazen de yüreğine taht kurmaya aday birisi! O’nun için feda ederiz ya da feda etmeye hazır ederiz, kendimiz de dahil her şeyimizi. İsteriz ve bekleriz bilsin, görsün, işitsin ve gelsin! Hiçbirisi olmaz bunların bazen… kahrederiz önce fedaya hazır ettiğimiz kendimizi, sonra hüzün mektebine kaydettiririz ismimizi. Onda yok olmayı yada onunla birlikte var olmayı, varlığımıza anlam katmayı hayal ederken… Boğulmaya mahkum ederiz onsuzluğun zindanında sonbaharın sararmış yaprakları gibi, dökülen benliğimizi…
Bazen de beklediklerimiz olur bir bir, bilir, anlar, görür, işitir ona beslediğimizi, gelir ve çalar gönül kapımızı kendine has üslubuyla, ben geldim der ve bekler ‘hoş geldin hadi gir içeri’ dememizi, gülücüklerle bezenmiş yüzümüzün hem de bedenimizin sıcaklığını içine çekerek.
O an tutulur elimiz, dilimiz, bedenimiz, onun gelişinin verdiği ısıtan enerjisiyle, dengesini kaybetmiştir çünkü her zerremiz. Sonra dağılır bulutlar zihnimizden kendimize geliriz, gel hadi girsene içeri der buyur ederiz, çift kanatlı kapılarımızı açarak sarmalarız önce yüreğimizle sonra kollarımızla. Bazen de tutmaz olur kolumuz ama ona hissettiririz sarmaladığımızı bakışlarımızla. Bazen de ket vurulur benliğimize dona kalırız, anlatamayız ona, eriyen yüreğimizde ki buzların buharlaşmasını… Onun güneşiyle! Coşarız, koşarız, umarsızca can atarız, şımarır ve şımartırız, kalıbımıza sığmaz uzayın boşluğuna taşarız onun varlığıyla. Sonra coştururuz onu da varlığımızla varlığımızla ve aklını alırız duran aklımızla!
Bazen de gelişi sarhoş eder bizi, kaybederiz kendimizi, dar ederiz ona farketmeden yaşam hanemizi kendimizden geçmişliğin yıkıcılığıyla! Bazen de beklemediğimiz şekilde beklemediğimiz yerden gelir ve çarpar bizi hazırlıksızlığımızla, ne yazık ki bizde çarparız onu çarpılmışlığın verdiği hissiyat kaybıyla. Anlamsız kırılganlıklar yaşanır yürek yangınlıklarında. Nedamet ateşi sarar afakını ufukların. Kanatsız ayrılıklar başlar sonra… ruhlarda, gönüllerde ve mekanlarda. Bu kez yeni pişmanlıklar ve kendine veyl etmeler yola koyulur daralan sinelerde. Hak ettiğini verememenin, hak etmediğine gark etmenin dövünmeleri ile parçalanır göğüsler. Gidişine bir yanarsın, kırdığına bir yanarsın kendi kırılmışlığını unutarak. Acı sızılar kuşatır varlığını en olunmazından. Bir hüzün kaplar ki üzerini, gözyaşların dağıtmaya yetmez. Burkulur yüreğin, kurşun yemiş gibi dağılır beynin, zincirlere vurulmuş gibi durur zihnin. Ezilirsin altında kendini fedaya hazır ettiğine verdiğin incinmişliğin. Solar benzin, ışığını kaybeder gözlerin, üşürsün Ağustosta bile, tükenmişliği yaşatır sana canından çok sevdiğine üzülmüşlüğün. Nihayet aklın silkelenir ve kendine gelir çare aramaya koyulur onu yeniden sevindirmeye, sevdiğini hissettirmeye odaklanır, yoksa bilir ki, kendisini rahat bırakmayacak yüreğin. Yol bulur bazen, bazen de yol bulamazlık, bulsa da köprü kurmada zorlanmaların zorluğunda yorulur durur. Yol bulursa yeniden, tecrübe ile akar berrak sularıyla nehirler, senden ona, ondan sana, yıkanır hatalar, gafletler, yeniden yeşerir ama daha güçlü, daha ihtimam dolu ümitler ve gelir ömrüne bir nisan.
İşte böyledir insan hayatı, yaşar insan… Yaşadıkça öğrenir, öğrendikçe gelişir. Sınanır, sınandıkça olgunlaşır ve kök salar kazanılan sınanmalarla kendine ve kendinde olanlara, sonrasında da tüm var olanlara asırlık çınar olur. Ama onunda yaşaması için eser yine de rüzgarlar fırtınalar.
Erol YILMAZ
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.
Yüreğinize sağlık.
Kaleminize sağlık Erol Hocam
Tebrik ediyorum Erol Bey.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık.
Yaşamı boyuca üretkenliğini koruyan abime saygılar sunarım.
Gönül insanının gönlüne sağlık