DENEMELER

Geçmişin Kimliği

Karşıma ne çıkacağını bilmeden, yabancı bir yola sapar gibi oturuyorum kağıtlar yayılmış masaya. Sanki söyleyeceğim çok söz varmış, ziyan etmekten sakınırcasına içimde tutmuş ve bu anı beklemişim. Sanki söyleyeceğim şeyler kağıda dökülünce benden olmayacaklar, onlara yabancı birinin sözleriymiş gibi bakabileceğim. Bahsettiği konulara hiç aşina değilmişim gibi, onları tanımlamaya çalışacağım. Benimsemeyeceğim belki de onları.

İçinde tutunca acıtıyorlar, biliyorum. Zihinden dile düşen bir cümle, içinde tutamayacak kadar yakıcı olabiliyorlar. “Beni yakacağına seni yaksın bu zehir!” Böyle çıkıyor çoğu kelimeler ağızdan. Sonra söz uçmuyor, hiçbir yere gitmiyor, ‘zip’lenmiş dosya gibi bir hatıranın içine yuvalanıveriyor. Unuttuğunu sandığında bir kelimeyle, sanki bir şifreyi söylemişsin de kasa açılmış, yahut bir etikete tıklamışsın ve o etiket altındaki bütün konular açılmış gibi, şaşırtıcı şekilde çarçabuk anımsayıveriyorsun.

“Teknoloji çok gelişti.” diyor yanımda oturan kişi, “şimdi cep telefonundan çektiğin bir fotoğrafı şıp diye başka birinin telefonuna aktarıyorsun. Havada görünmez olup nasıl gidiyorlar başka birinin cep telefonuna?”

“O da bir şey mi?” diyorum, insanoğlu daha çok gelişti teknolojiden. Düşünceleri bile okuyabiliyoruz, hatta daha düşünce bile olmadan.” Delirmiş olabileceğimi düşünüyor, biliyorum, düşünce okuyabiliyorum çünkü, hepimiz okuyoruz. O kadar çok konuşuyoruz ki, beynimiz benzer konuşmaları etiketliyor ve kim “leb” derse, “leblebi”ye tamamlayıveriyoruz konuşmayı. Kesin leblebi diyecekti çünkü. Lebiderya diyecektim oysa. Ne kadar ahenkli bir söz; sanki gel gitler oluyor içinde.

“Yani?” diyor yanımda oturan kişi.

“Yanisi biraz yahniye benziyor. Her şeyden biraz var ve her şey kendisi olmaktan vazgeçiyor. Hayatımızda her şey var çok şükür; İş, güç, çoluk çocuk, gezmek tozmak, eğlence, televizyon, vitrinler, marketler, maskeler… Ama hiç biri olanın aslı değil. Sanki hepsi birer kısa yol tuşu.”

“Bilgisayarcı mısın?” diyor yanımda oturan kişi.

“Neredeyse onu da olacağım”, diyorum, her şeyden biraz var çünkü.”

“Bizi hep geçmişte olduğumuz kişiye, geçmişte yaptığımız konuşmalara çekiştiren bir şey var. Otomatik konuşma programımıza basılmış gibi, anlıyor musun?”

“Sanırım.” diyor yanımda oturan kişi, öyle sanıyordum ben de; ‘Şimdi’nin var olduğunu sanıyordum.

Delirmiş olabileceğimi düşünüyor, biliyorum, düşünce okuyabiliyorum çünkü hepimiz okuyoruz.

Geleceği tasarlayan bir geçmişle, geçmişini düşünen bir geleceğin ortası yok. Geçmiş denen şeyden doğan bir ırmakta, üzerinde “şu an” yazılı sandalımız salınıp dururken, etrafına bakınmayı unutup varacağı yerde lunapark olduğunu düşleyen çocuklar gibiyiz. Sözcükler nehri besleyen bir yağmur yahut sandala dolan su gibi. Gibi… Hiçbir şey aslı değil.

Bir durakta iniyor yanımda oturan kişi. Yanım olması gereken yerde değil. “Yol” sözcüğünü “yolculuğa” tamamlayacaktım, bir “yoldaş”ı daha uğurlarken kendi durağına. Herkesin kendi durağına… Yolculukta, her duraktan biraz vardır çünkü.

Sonra söz uçmuyor, hiçbir yere gitmiyor söz, ‘zip’lenmiş dosya gibi bir hatıranın içine yuvalanıveriyor.

Mimhece

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

mimhece

Ses-Söz-Arpacık

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu