İnsanların dinine göre değil, davranışlarına göre değerlendirmeye başlayalı beri, söylenene değil yapılana değer vermeyi öğrendim.
Hayat kitabımız Kur’an’da anlatılan “Adem’in yaratılış kıssası” (1) insan davranışlarının DNA’sını/çekirdeğini oluşturur. Bu kıssa, insanın kendi davranışlarının sorumluluğunu yüklenmesini ve iblisin sorumluluktan kaçışını teatral/temsilî olarak izah eder. Buradan insana; Allah bilinci, insan bilinci (kendi farkındalığını), bilgi bilinci verilerek insanda bir tasavvur oluşturur ve bu tasavvur kendi sorumluluğunu yüklenen insanın aslında hayatın tüm alanlarıyla ilgili sorumluluğu da yüklendiği bilincini vermektedir. Çünkü Kur’anî anlamda sorumluluk; insanın yaratılış amacını gerçekleştirmek için üstlenmesi gereken maddi manevi, zorluk ve kolaylık kabilinden her şeyi kapsar. (2) Vahyî sistemin oluşturmadığı bir tasavvurun hayatı okuyuşu hep sorunlu olmuştur. Sorunlu okuyuş da bize yanlış ve sorunlu bir sorumluluk yüklemiştir.
Her sorumluluk aynı zamanda sorunlara gebedir. Burada sorunu algılama biçimindeki yanlışlıklar sorumluluğumuzu maalesef sorunlu hale getirir. Sorunu sorun etmek temel bir sapmadır. Zira Adem ile İblis karşılaştıkları sorunu algılama biçimi ve geliştirdikleri tavırla konumlarını belirlemişlerdir. Biri “şeytanlaşırken” diğeri “yücelmiştir.”
Bu kıssanın bizlere öğrettiği en önemli derslerden birini tek cümleyle özetlersek: Hayatımızda karşılaştığımız sorunları çözme becerisi kadar ‘insanlaşırız’ veya ‘negatif insan’ oluruz. Aslında her sorun, sorumlu insanın merdivenidir; onun çözümü için güç harcar, çözdüğü kadar yol alır ve yücelir. Sorunu sorun etmek aslında hayatı anlamamaktır. Günümüzde sıkça rastladığımız “sorunlu sorumluluk” anlayışının en bariz örnekliği; sorumluluğun, hayatın her alanını kapsadığını unutup zamanın belli bir parçasına hasretmektir. Aslında her yaşın üstlenmesi gereken sorumluluklar olduğunu unutmaktır. Bunu yapan kişi aslında hayatını parçalamış demektir. Bunun anlamı, yaşarken imtihanı sonlandırmak ve sorumluluk alanlarını terk etmektir. Yani “benden bu kadar” demektir.
Sorunlu sorumluluk anlayışımızın nedenleri
Bunun birinci sebebi yanlış din algısıyla, adem kıssasında da geçen bilginin kaynağıyla alakalıdır. Kavramları Allah’ın öğrettiği gibi değil de yanlış şekilde öğrenirsek bu yanlışlık sorumluluğumuzu da etkilemektedir. Kavramsal olarak tasavvurumuzu oluşturan dini metinleri yanlış okumamızdan dolayı, yanlış sorumluluklar yüklenmişiz. Buna ilave olarak kültürel aile yapımızın yetiştirme tarzı olan korumacı aile yapısı bize sorunlu bir sorumluluk anlayışı yüklemiştir. Onun için bir işi yaparken karşılaştığımız bir sorunda Adem kıssasında anlatılan Adem gibi sorunun çözümü için kendine dönmek yerine “İblis” gibi suçlayıcı tavırlarla ötekine yöneliyoruz.
Konumuza bir örnek üzerinden gidersek daha iyi anlaşılacağını umuyoruz. Biz Müslümanlar Kur’an’a baktığımızda hayatı Allah’a hasrederek her bölümünü ibadet olarak anlarız ve ona göre yaşarız. Bu bizde hayatın her alanıyla ilgilenme ve sorunlara çözüm üretme bilinci verir. Sorunlu sorumluluk bilinci yükleyen ibadet anlayışında ise ibadet, dini nusuklara/ritüellere indirgemekle başlar. İbadetleri yalnız namaza, hacca, oruca vs. indirgeyen bir zihin, hayatın diğer alanları ve bu nusukların amacı olan hayatın sorunlarını çözme sorumluluğunu ne kadar üstlenir. İslam ülkelerinin hali pürmelali ortada. Bugün Müslüman ülkelerde namaz kılan, hac yapanların çoğunun sosyal olaylara duyarsız kalması, çevre ile ilgilenmemesi, tabiatla ilgilenmemesi, yolda kalmışa el uzatmaması, komşusuyla ilişkilerinin doğru işlememesi işte bu ibadeti nusuka indirgemesinden kaynaklanmaktadır. Sorumluluk bilincimizi sorunlu hale getiren bu tür kavramları çoğaltmamız mümkündür. Biz bu örnekle ne demek istediğimin anlaşıldığını umuyoruz.
İkinci sebebi ise yetişme, yetiştirme ve eğitim tarzımızdır. Yetişme tarzımız sorunlu olunca bizden sonrasına çocuklarımızı yetiştirirken bu sorunu aktarmışız. Onlara yönetmeyi değil nasıl yönetiliriz onu öğretmişiz. Onlar adına düşünmüş, onlar adına kararlar vermişiz. Yönlendirme ile onun hakkında kararlar vermeyi birbirine karıştırmışız. Hep başkalarının kendisi hakkında karar verdiği çocuklar, büyüdüklerinde ise -maalesef- sorumluluk almaktan hep kaçacaklardır. İnsanlara sorumluluk yüklemeyen dini düşüncenin ve onları bu dünyada rahat ettiren (!) ve bu rahatlık içinde taa cennete kadar cebinde, sırtında taşıyan cemaatlerin niçin çok revaçta olduğuna durup bu perspektiften de bakmamız gerekmektedir. Sürekli başkalarının yönetiminde olmak isteyen bir bireyde şahsiyet oluşumu gerçekleşmez. Kapağı bir cemaate, partiye atar; Musa’ya (a.s) İsrailoğullarının dediği gibi “Sen ve Rabbin gidin ve birlikte savaşın!” (3) aymazlığında olurlar.
Diğer bir sebebi insani zaaflarımız. İnsan eğer kendi sınırlarını ve sorumluluk alanlarını tam idrak edemezse sınır ihlali yapmaya başlar. Kur’an bununla ilgili “Biz seni onların bekçisi yapmadık ve sen onların yaptıklarından sorumlu değilsin” (4) buyurarak Peygamber’in dahi kendi sınırını korumasını ve yanlış bir sorumluluk , yani sorunlu bir sorumluluk algısının oluşmasına engel olmuştur. İnsan kendi sorumluluğunu bilirse sorunun büyük bir kısmını halletmiş olur.
Kur’an’ın talebesi Peygamber (s.a.v) bu dersi öğreniyor ve Hayber’in fethi esnasında Hz. Ali’yi (r.a) şöyle uyarıyor: “Yavaş ol ey Ali, vallahi senin elinle bir kimsenin hidayet bulması, güneşin üzerine doğduğu her şeyden (ya da kızıl tüylü develere sahip olmandan) daha hayırlıdır.” (Buhari-Müslim) Evet, Hz. Ali samimi ve azimle Hayber’in düşmesi için çalışırken, Muhammed (a.s) asıl amacın ve sorumluluğumuzun insan yüreğinin fethinin olduğunu anlatıyordu. Peygamber döneminden bu tür örnekleri çoğaltabiliriz, ama biz günümüzde nasılız ona bakalım.
Rabbimiz bize “Sorumlu” olun demiş, biz “Sorunlu” olun anlamışız
İyi durumda değiliz ama iyi yolda ilerleyen bir topluluk haline doğru gidiyoruz. Genel olarak sorumluluğumuz sorunlu gözüküyor. Nasıl mı?
Kendisine bir iş emanet edilen bizler o işi tamamlamak ve sonuçlandırmak yerine ilk karşılaştığı sorunda sahibine geri iade etmeyi huy edinmiş bir toplumuz. Konuşmalarımızın kalibresi çok yüksek, ama icraatlarımız, tam tersi çok düşük. Öncelikle kendimiz çözeceğiz bu problemimizi, çünkü; kendimiz arınmadan, atmadan üzerimizden sorunlu bölgelerimizi (5), nasıl yük alabiliriz ki!? Anlatacağız, konuşacağız ve sorumluluk yüklendiğini söyleyen bizlerin ne kadar sorunlu bir sorumluluk algımız var onun üzerinde duracağız… Canımız yanacak, kızacağız, kızdıracağız ama sorun üretmeyecek ve yapılanları bir dönüşümün sancıları olarak göreceğiz. Bir iş kendisine emanet edilen ve sorumluluk verilen bizler, o sorumluluğun gereklerini yerine getirebilecek kapasiteyi oluşturup ve o işin bilgisini bilerek çözmenin yollarını öğreneceğiz… Adem kıssasındaki İblis’in tavrına benzer tavırla, bahane üretmeyecek tövbemiz çözüm üretmek için yenilenme olacak… Zira bize düşen çözüm üreterek taahhüt ettiğimiz işin
gereğini yerine getirmektir.
Sebahattin ÇİL
Dipnotlar:
1- Bakara suresi 30-38
2- Mülk suresi 2
3- Maide 24
4- Enam 107
5- Araf 157
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.