DENEMELER

Bir Zulüm İfadesi: “Hak Verilmez Alınır”

Hak sözcüğü geniş anlamlı bir kelime… Bir emek karşılığı olan hak var bir de varoluşumuzla elde ettiğimiz haklar var. Bu haklar oldukça uzun bir liste oluşturuyor. Daha çok, olaylarla karşılaştıkça ortaya çıkan olgular karşısında bir hakkımızın olup olmadığını sorgularız.  Bu haklar yasalarla belirlenmiş haklar değildir çoğu zaman.

Tarih, insanın gelişimiyle birlikte hakların da geliştiği bir süreci kayıt altına alır. Hak kavramını tarihsel süreçten ayırmak imkânsızdır. Magna Carta’dan önce de haklar vardı, biz onları yok saymıştık. Kadın Haklarından önce de kadının hakkı vardı. Zencileri aşağılarken, insan hakları vardı. İşçilerin iş güvenlikleri yokken, iş güvenliği hakları vardı. Annelerin emzirme izinleri yokken, aslında bu hakları hep vardı. Toplumlar geliştikçe hak kavramı da genişler ve içine daha önce tanınmamış hakları hak olarak kapsamaya başlar.

Hakların hak olabilmesi, insanların zihinlerinde o hakkın hak olarak tanınmasıyla başlar önce. Sonra toplum bilinci bu hakkı meşrulaştırır, örfe katar, gerekirse kanunlarında yazar. Hak konusu nesnel olduğu kadar öznel de bir konudur. Bir kişinin kendine hak olarak gördüğü şey, bir başkasına haksızlık olarak görünebilir. Örf ve yazılı hukuk bu yüzden önemlidir. Haklıyı haksızdan ayıran bir mekanizmadır bunlar. Toplum bilincinde bir hakkın hak olarak tanınması bu yüzden önemlidir. Hak kavramı, toplumda ortak bir bilinç oluşturmalıdır. Bilinç oluşturulamadığı durumlarda, dünya hak mücadelelerine sahne olur.

Hakkı tanımak ve tanımlamak ne yazık ki güç sahiplerinin işi olmuştur. Oysa hak haktır. İdeal şartlarda hakkın bir güç tarafından tanınmasına gerek yoktur. Güçlü olanın hak sahibi olduğu geçmiş, şimdi ve -sanırım insanın güce tapıcılığından dolayı- gelecek dünyasında, hak mücadeleleri hep sürdü ve sürecektir. “Hak verilmez alınır.” demek büyük bir haksızlık olarak karşımıza çıkıyor burada. Hakkı olanın elinden hakkını çalmayı meşrulaştıran ve mücadele gücü olan insanları, mücadele gücü olmayanlardan ayıran bu sistem, güçsüz olanı güçlü olandan böyle ayıklar. Adaletin terazisini bozulur ve bunu meşruymuş gibi göstererek yapar.

Zenginlerin güçlü ve istedikleri her hakka sahip oluşu, fakirlerin zayıf ve yaşama, barınma haklarından bile mahrum oluşları, zenginle fakirin arasındaki yarığın giderek açılmaya başlaması hak mücadelelerini tetikleyen en önemli etkenlerden biri olmuştur. Zayıf olanın hakkını ne yazık ki güçlü olan taraftan istemek zorunda kalması, kendini güçlünün insafına bırakılmış hissetmesi, mücadeleyi gerekli kılmaktadır kimi zaman. O halde adalet bilincinin zayıf olanda değil, zengin veya güçlü olanda belirmesi ve gelişmesi gerekmektedir. Bu noktada şu ayeti çok önemli görüyorum. “İşi ehline verin.” İşinde ehil olmayan biri, işini güçlü gördüğü kaynağa yanaşmaya çalışarak yapacak, bu nedenle bir takım hak kayıplarına sebep olacak davranışlar sergileyecektir. İşi ehline vermek demek, aslında gücü ehline vermek demektir. Gücün, adalet bilinci gelişmiş kimselere verilmesi, hem toplumun vicdanını rahatlatacak, hem de gücün topluma dengeli bir şekilde dağılmasını sağlayacaktır.

Toplumlarda adalet bilinci, zayıf kesimde daha belirgindir çünkü onların adalete ihtiyacı vardır. Bu nedenden olsa gerek, Kur’an, zayıfları toplumlara önderler yapmayı ister. Topluma önder olan zayıflar, adaletsizliğin ne demek olduğunu iyi bildiklerinden dolayı, adalet temeli üzerinde bir toplum tesis etmeye daya yatkın olurlar.

“Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.” (Kassas 5)

Adalet mülkün temelidir ama buradaki mülk, Arapçada devlet, düzen, ülke, egemenlik, iktidar, saltanat anlamlarına da gelir. Allah’ın ilkelerinin hâkim kılındığı toplumlarda, bir hakkın hak olarak tanınması gücün tekelinde değildir. Bu tür toplumlarda güç kişilere değil ilkelere geçer. Güce tapıcılığın ve gücün karşısında eğilip bükülmenin son bulduğu, dolayısıyla bireylerin hak ettiği değerin varoluşu nedeniyle verildiği, zenginle yoksulun arasında açığın giderek kapandığı toplum, özlenen bir toplumdur. Sadece bizlerin değil, Allah’ın da insanlardan beklediği toplumdur. Bu toplumu yaratmak, ilkeler etrafında toplanmış bireylerin o ilkeleri ortak bilince dönüştürmesiyle mümkün olur.

Ortak bir bilinç inşa etmek, ortak bir hayale inanmakla başlar. Rad suresi 11. Ayet bize bunun mümkün olduğunu söylüyor.

İnanıyorsak, mümkündür.

mimhece

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

mimhece

Ses-Söz-Arpacık

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu