Bazı şeylerin olabilmesi için ya da olmaması için bir takım tedbirlerin alınması gerekir. Mesela bir gıdanın bozulmaması için onu ya güneşte kurutmalıyız ya da şoklamalıyız. Ama bunu yaparken çok dikkat etmeliyiz. Çünkü her besinin saklanma koşulu, saklanma derecesi farklıdır. Bozulduğu an hem kendisi hem çevresi zarar görür. Verdiği zarar da aslında taşıdığı mineral derecesindedir.
Mesela salatalık bozuldu mu görmeden ya da dokunmadan fark edemezsiniz. Ama bozulan et olunca; aman Allah’ım böyle bir şey olamaz. Resmen, insanı felç eder.
Sebep mi? Çok kıymetli.
Bunu birde insan üzerinden düşünelim.
İnsan, yaratılmış ey iyi canlılardan biri ve eğer isterse yaratıldığı ‘Ahsen-i takvim’ yani en güzel kıvama sahip olabilir. Ama bunun tam tersi olan aşağıların aşağısı yani ‘esfele safilin’e kadar da ine bilir. Yani en iyi de olabilir, en kötü de. Ama en iyi, en kötü olursa; bilinmelidir ki, bu büyük bir sorun olur.
İşte bu sebepledir ki, insanın bozulmaması, kendisini yeterli görüp çevresine ve kendisine zarar vermemesi, nankörlük etmemesi, azmaması ve daha nice olumsuzluklara sebebiyet vermemesi için ve en önemlisi de yaratıcısını unutmaması için kendisine bir hayat kılavuzu, bir kitap gönderilmiştir. Ve onunla insanı farklı şekillerde eğitip şekillendirir.
Bazen meseller ile
bazen kıssalar ile
bazen de tümü ile…
Biz kıssalar üzerinde duracağız.
Kur’an da birçok yerde görülen kıssalar, önemli bir anlatım metodudur. İnsan hayatının şekillenmesi konusunda önemli bir yere sahip olduğundan kıssalar, Kur’an da çokça zikredilir.
Kıssa kelime olarak ‘olay, haber’ gibi anlamlara gelmektedir. Kur’an’ın bir çok yerinde ‘anlatmak, haber vermek’ anlamlarında da görüyoruz.
Kimilerine göre Kur’an kıssaları olmuş, yaşanmış, sıradan birkaç tarihsel yaşanmışlıklardır. Hayır, Kur’an kıssaları tarihsel yaşanmış olaylar değildir. Kıssalar, tarihte olan bazı olayları kronolojik sıraya bakmaksızın şahıs ve tarihlere takılmaksızın insanların zamanında yaptıkları hataları daha sonra gelenlerin yapmaması için gönderilen vahiy çeşitlerindendir.
Örneğin Kur’an ‘Firavun’ der, ‘Ebu Leheb’ der ve biz biliyoruz ki bunların bu şahısların gerçek isimleri değil, vasıflarıdır. Yani, o zaman buradan şunu anlayabiliyoruz ki; Kur’an insanlara Ebu Lehebleşmeyin Firavunlaşmayır der. Ve bu uyarıyı, kıssalar ile yapar.
Kur’an bazen detaya girmediği için, kimi kıssaların gerçekliği tartışılmıştır. Biz biliyoruz ki, Kur’an’ın maksadı üzüm yemektir. Detaya takılıp ASIL olanı arkada bırakmak değildir. Mesela Kur’an adını zikrettiği peygamberlerden başka peygamberler olduğunu da söyler. Verdiği örnekler insan hayatı için yeterli olduğu için diğerlerini aktarmaya gerek duymaz. Sadece başkaları da var der ve geçer. Sanki ‘uzatmaya gerek yok bunlar işini görüyor’ der gibi…
Kuran kıssaları, ibret almak için anlatır. (Bkz. Hud 103-120)
Bunun haricinde kıssaların diğer gönderiliş amaçları;
– Hz. Muhammed’i (as) ve müminleri motive etmek,
– İnsanların düşünmelerini sağlamak,
– Öğüt vermek, yaşayanları uyarmak,
– İnananların yüreklerine huzur, inanmayanlarınkine ise korku salmak,
– Ve belki de en önemlisi gerçeği fark eden bir bilinç inşa etmek ve şahsiyet oluşturmak.
Kur’an kıssaları bir çok yerde tekrar edilmekte, daha doğrusu öyle sanılmaktadır. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Her tekrar edildiğini sandığımız kıssaların bir öncesi ve bir sonrası ayetlere baktığımız zaman kıssaların farklı şeylerden bahsettiklerini görürüz.
Bunun yanında değinmemiz gereken bir diğer konu da hikmettir. Peygamberimiz kendisine gelen ayetleri normal bir metinmiş gibi okumadı. Onlardan çıkarımlarda bulundu ve hem kendi hayatını hem de yanında bulunanların hayatlarını bunun üzerinden şekillendirdi. Ve bunu hikmet dediğimiz seçme, ayırma, karar verebilme, tercih dediğimiz şeylerle yaptı. Kehf süreside hayata dair çıkarımların çokça bulunduğu bir sûre ve peygamberimiz bu anlamda bu sureden çokça faydalanmıştır. İnşallah aynı şekilde bizde faydalanırız.
Şimdi asıl konumuz olan Kehf suresi ve kıssalarına geçebiliriz.
Kehf Sûresinden Hayata Bakış;
“Lokman 27. Ve eğer dünyanın tüm ağaçları kalem olsa denizleri de mürekkep, buna yedi deniz daha eklense, Allah`ın kelimeleri yine de tükenmez: çünkü Allah`tır her işinde mükemmel olan, her hükmünde tam isabet kaydeden.”
Daha öncede değinmiştik; Kur’an insanlığın ıslahı ve gerektiğinde değişimi için bir elçi yolu ile gönderilmiş bir kitap ve hitaptır. Islah ve değişimi Kur’an’ın daha ilk ayetlerinde görüyoruz. (Bkz. ‘Müddesir 2; Kalk ve uyar!’)
Bu anlamda Kehf Sûresi, ıslah ve değişim için çok önemli bir yere sahiptir. Sûrede bu bağlamda 4 Kıssa/mesel bulunmaktadır.
* Ashabı kehf kıssası
* İki arkadaş meseli
* Zülkarneyn kıssa-meseli
* Musa ve Salih kul kıssası-meseli
Bu kıssalardaki ortak yön, değişim yolunda belirli bir aşamayı teşkil etmeleridir.
Bir, iki ve üçüncü kıssalar kötü olandan iyi olana bir geçiş mücadelesini konu edinirken dördüncü yani Musa ve Salih kul kıssası iyi olandan daha iyi olana geçiş arayışını konu edinmiştir. Daha açık olmak gerekirse; Ashab-ı Kehf, iki arkadaş ve Zülkarneyn kıssalarında hak ile batıl arasında bir mücadele söz konusu iken, Musa ve Salih kul kıssasında da hak ve hayır ehli kimseler arasındaki yardımlaşma ve dayanışma konu edinilir.
Yine suredeki kıssalar bize;
Hak ve batıl arasındaki mücadele ve bu mücadelede ne yapmamız gerektiği, Allah’a karşı sorumluluk bilinci ve Allah’ın Rab’lığını kabul, Zulmeden bir topluma karşı adil bir otoriteden yardım isteme ve daha sonrasında yürütülmesi gerekilen yolu ve daha iyiye nasıl ulaşılabilirliğin cevaplarını veriyor.
Örneğin;
Hak-batıl dediğimiz Ashab-ı Kehf’de batıla karşı mücadele yollarını görüyoruz. Onlar, batıla karşı silah ile değil; yeri ve zamanını bekleyerek söz ile karşı durdular. Farklı bir yol tutarak kendilerini helak da edebilirlerdi ama yapmadılar ve bizlere zamana ve mekâna göre nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda bir sünnet (yol/yöntem) bıraktılar. Yani gücün olamadığı yerde söz kullanılmalı. Ve en önemlisi teröre asla başvurulmamalı.
İki arkadaş kıssasında gayrımüslim arkadaşlarımız, akrabalarımız, yakınlarımız olabilir. Onlara karşı durum ve yaklaşımımızın nasıl olması gerektiği konusunda bizlere yol gösteriyor. Böyle bir durumda onları dışlamak yerine, onlara iletişim kurmak ve ikna yöntemleri geliştirmeliyiz. Çünkü atıl insan yoktur. Böyle bir durumda onlardan kaçmak ve dışlamak gibi bir durum söz konusu olamaz.
Zulkarneyn’de hak ehlinin güç ve iktidarda zirveye ulaştığını görüyoruz. Elindeki gücün nereden geldiğini ve nasıl kullanması gerektiğini bilen bir iktidar. Kıssada göze çarpan en önemli husus; sözden anlamayan ve zulmeden toplumlara (yecüc mecüc) karşı güç kullanımını görüyoruz. Ve bunu yaparken de hakka/hukuka dikkat edildiğini ve bu işinde tek başına hareket etmeyerek halktan da destek alarak, hareket ettiğini görüyoruz.
Musa ve Salih kul kıssasında ise;
Sabır, iç yüzünü bilmediğimiz şeylerde peşin hüküm vermemek, hayır bildiğimiz şeylerde şer, şer bildiğimiz şeylerde hayrın olabileceği… gibi çıkarımlar yapılabilir.
Detay ile uğraşmamak, pratik çözüm ve daha iyiye nasıl ulaşılabilirliğin yolu.
Okuma tekniklerinden bir tanesi de nüzûl sebepler ya da o konu hakkındaki rivayetlere bakmaktır. Bu yanlış bir yöntem değildir ama ipin ucunu da kaçırmamak gerekir. Bugünün Müslümanları gibi detaya takılıp, asılı unutmamak lazım. Maksat ne ise onu bulup hayata geçirmek, yani vakit kaybetmeden olayları soyut teoriden, pratik eylemlere çevirmemiz gerekir. Tek örnek üzerinden açıklamaya çalışacak olursak;
Zülkarneyn konusunda o kadar çok yazılıp çizilmiş ki, neredeyse yaptığı şeyler unutulur duruma gelmiş. Kimi Mısırlı, kimi İranlı, kimi Yunanlı, kimi de Arap olduğunu söylemiş ve herkes de ispat yollarına gitmiş. Bunlara takılmaya ne gerek var? Kur’an bilmemiz gerekeni yani bizi ilgilendiren kısmı zaten vermiş. Eğer gerekseydi diğer detayları da verirdi. Onun için bizim bu konuda bilmemiz gereken; Zülkarneyn tevhid ehli, güçlü bir iktidar sahibi ve bu iktidarını, gücünü hak için kullanmış ve bu gücü ne şekil kullandığı belirtilen bir liderdir. Tabi bu durum Zülkarneyn hakkında başka bilgi sahibi olmamamız gerektiği anlamına gelmez. O bilgileri de almalıyız ama yukarıda da dediğimiz gibi bizi asıldan uzaklaştırmamalı.
Sadece iyi olmak yetmez. Kur’an deyimiyle kalkmak ve uyarmak gerek. Yani iyi olmada ilerlemek ve ortaya bir şeyler koymak gerek.
Ashab-ı Keyf’in cesurca çıkışı gibi,
İki arkadaştan Mü’min olanın nasihat etmesi gibi,
Zülkarneyn’in gücü ile mazlumlara yardım etmesi gibi,
Evet, hedef iyi olmak değil en iyi olmak ve bu uğurda ilerlemek olmalı.
Sebepler ve sonuçlar ilişkisi
İyilik eden iyilik bulur diye çok güzel biz sözümüz var. Bunu hayat içerisinde çokça görüyoruz. Ana babalarına iyi davranan ya da davranmayanların durumları ortada, bunu açmamıza gerek yok. Yani sonunun iyi olmasını istiyorsan iyi işler yapmak zorundasın. Bu anlamda da kehf suresi önemli bir yere sahiptir. Davet ve terbiye metotları konusunda da dikkat edilmesi gerekilen bir sure. Evet, önceden terbiye olup metot geliştireceksin ki sonun hüsran olmasın. Çünkü Allah sünneti gereği kötü iş yapanlara iyilerin ödülünü vermez.
İyiden daha iyiye geçebilmek bir anda olabilecek bir şey değildir. Harekete geçirtecek bir şey olmalı. Evet, daha iyi ve iyilerin olabilmesi için;
‘Bir araya gelmek ve iletişim kurmak, Tarafların birbirleri içerisinde yok olması yerine, varlıklarını sürdürmesi ama ihtilaf yerine ortak bir nokta da buluşmak, Sabretmek, resmin tümünü görmeden yani parça üzerinden çözüm üretmemek’ gerekir.
Fitnelere yenik düşmemek
Fitne denince akla sadece olumsuzluklar gelir. Hayır, böyle değil. Fitne bazen kötüden bazen de iyiden gelebiliyor. Önemli olan bu durumu yönetebilmektir. Tabi burada fitneden kastımız imtihan araçlarıdır.
Bazen mal ve evlatlar, bazen iktidar, bazen arkadaş, bazen şeytan, bazen de ilim bizler için fitne yani imtihan kaynağı olabilir.
Bunları eğitebilmek emirleri altına girmemek çok önemlidir.
Mal ve evlatlar hak yolda kişiye engel değil basamak olmalıdır. Malı Allah için hak ve hakikat için harcamak gerek. Öyle olsaydı bu gün yeryüzünde açlıktan ölen hiçbir Allah kulu olmazdı. Arkadan gelen nesil de öyledir. İyi bir nesil yetiştirilmediği sürece dünya düzene girmez. Ve bunların hepsi, biz insanların sınavıdır.
İktidar da aynı şekil imtihan konusudur. Bilinmelidir ki Allah hiçbir şeyi unutmaz. Allah Firavun’a ve Nemrut’a iktidar verdi, Zülkarneyn ve Süleyman’a da. Önemli olan iktidarı eli altında tutmaktı, iktidara mahkûm olmak değildi. Ama Firavun ve Nemrut bunu başaramadı ve hırslarına yenik düştüler. Ve Allah onların örnekliğini bize kitabı ile ulaştırdı. Ve ‘dikkat edin Nemrut ve Firavun gibi değil Zülkarneyn ve Süleyman gibi olun’ dedi.
Kehf suresinden almamız gereken bir diğer yöntem de; ibadetleri lezzet alarak yerine getirmektir. Tıpkı Zulkarneyn’in Rabbim kelimesini üç defa peş peşe (Bkz. Kehf 98) zikretmesi gibi. Çünkü biz biliyoruz ki bir ibadet peşine gelen diğer ibadeti yapmak için yapılır. Ve yaptıkça da lezzeti artar. Yaptıkça yapası gelir insanın.
Davette çeşitlilik
Çeşitlilikten kastımız hitabet yöntemleri.
Bu yöntem üzerinde çokça durulması gerekilen ve dikkatlice uygulanması gereken bir yöntemdir. Sureye baktığımız da farklı yerlerde farklı kimselere farklı bir dil kullanıldığını görüyoruz. İman ehli ile diğer topluluklar için aynı dil ve yöntem kullanılmamış.
Hak ehli ile batıl ehlini birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Onlardan bahsettiğimiz zaman ya da onlarla konuştuğumuz zaman aynı hitabı kullanmamalıyız. Böyle bir durum bizi telafisi zor yerlere sürükleyebilir.
Ne yazık ki insanlar tebliğ adı altında kaş yapayım derken çoğu zaman göz çıkarıyor. Bizler Kur’an’ın tabiri ile ‘müminlere karşı merhametli ve şefkatli; küffara karşı ise şedid’ olmamız gerekiyorken bu günlerde tam tersini yapıyoruz.
Yine Allah ana babaya iyi davranın, onlara öf bile demeyin derken bu günün insanı ne yazık ki ekseriyetle seslerini en çok onlara yükseltiyor. Hatta bazıları çeşitli basit fikir ayrılıkları sebebiyle ebeveynlerini dinden çıkmış sayıp öldüklerinde cenazelerine bile katılmıyorlar. Bu yöntem kesinlikler Kur’an’i değil hatta Kur’an’dan çok ama çok uzak bir üsluptur.
Bizler ki eğer tebliğ edeceksek, Peygamberi yöntemi kullanmalı ve önce ve tabi ki yumuşak söz ile ailemizden başlamalıyız. Peşine yine Kur’an’i üslup ile dışarıya yönelmeliyiz. Aksi halde hüsrana uğramışlardan olur ve eli boş döneriz.
Son olarak insan asla atıl değildir. Allah ki, zulmü ana karnındaki çocuklara kadar inmiş bir zalim ve bir zorba olan firavundan bile vazgeçmemiştir. Elçisini ona göndermiş ve ‘Ona yumuşak söz söyleyin. Belki aklını başına alır veya korkar.”(taha 44) diye emretmiştir. Ve anlıyoruz ki mesele, yani bizi ilgilendiren şey, karşıdakinin tövbe edip etmemesi değil; bizim güzel söz söylememizdir.
Evet, biz üzerimize düşeni yapalım gerisini Allah’a bırakalım.
Selametle…
Nedim KURT
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.