Ben mi Kalkayım ve Uyarayım?
Bu emrin(*) muhatabı olup olmadığımı düşünürüm hep.
Bazen kendimce deliller bulup bu emrin muhatabının Resul olduğunu söylerim kendime. Elbette odur! Benim ne işim olur insanları uyarmakla?
Başka bir zaman da yine kendimce deliller bulur ve bizatihi benim kalkıp uyarmam gerektiğini düşünürüm. İşte o zaman bir telaş başlar. Her yerime sorular bulaşır. Üstüm başım sorularla kirlenir. Kendimi sorulardan temizlemeye uğraşırım. Sorular insanda garip davranışlara sebep olur genelde. Kanalizasyon çukuruna düşmüşüm gibi bir iğrenme… Hemen temiz bir su bulup yıkanma, arınma, üstümü başımı değiştirme, derim incelinceye kadar ovup çıkarma isteği… Kendimi durduramam sorular her yanıma bulaştığında. Her yerimin titremeye başladığını, bir refleks olarak öğürmeye başladığımı da hatırlarım… Zihnimde böyle bir karşılığı vardı soruların. Her yeri olduğu gibi beni de kirletecekti sorular. Bir an önce onlardan kurtulmalıydım. Cevaplayarak değil, kendimden uzaklaştırarak. Kendimi azgın bir çaya atmak pahasına olsa da bu iğrenç şeylerden temizlenmeliydim…
Ta ki, soru sorup cevaplayan, tekrar sorup tekrar cevaplayan hiç bıkmadan cevapların ve soruların peşinden sürükleyen vahiyle tanışana kadar.
Vahyin kabuğuyla çocukluğumda tanıştım. Hindistan cevizi gibi geldi bana. Çok güzel, değerli ama sert. Sürekli kafamı gözümü yaran bir sertliği vardı. Canımı yakan bir şeydi. Onu güzel tutarsam ödül getiriyordu. Bazen birilerinde görürdüm, bütün sertliğine rağmen kırılmış, açılmış; onu yiyorlar. Bize de ikram ettiklerinde yavan, yağlı, alışık olmadığım ve asla bir daha yemek istemediğim bir şeydi. Vahiyle ilk tanışmam böyle oldu.
Sonra vahyin sadece okunan değil, anlaşılan bir şey olduğunu gördüm İmam Hatip ortaokuluna başlayınca. Meali olan Kur’an diye bir şey duymuştum daha öncesinde fakat sadece duymuştum. Orada okumaya başladım. Madem Türkçesi vardı niye okumayayım, zaten ben hep okumak için yaratıldığımı da düşünürdüm. Okudum. İlk başlarda bir şeyler kalırdı aklımda o kadar. Pek ilgimi çeke(m)edi. Suya tarhana, yağ, salça, biraz tuz atıyordum ve çorba olmasını bekliyordum. Düşünsenize, ateş yok, doğru oranlar yok, tecrübe yok ben sadece bunları karıştırıyor ve onu çorba olarak içmeye çalışıyordum.
Sonra daha çok okudum, hocalarım oldu yardımcı olan. Daha sonra daha çok okudum. Başka okumalar… Öyle işte. Çorbamın tadı nasıl bilmiyorum şimdilerde ama şundan eminim bu çorba beni “Canlı[1]” tutmaya devam ediyor.
Artık elimde vahiyden bir şeyler var. Hepsinin olmasını beklemeyeceğim. Başkalarına da ulaştırmalıyım…
Kalk ve uyar!
Ben kalkacağım ve uyaracağım. Sanırım… (Hala bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Resul de şaşkındı ve bilmiyordu.)
-Nereden kalkayım?
Bulunduğum evden, mahalleden, şehirden… İçinde olduğum zamandan kalkmalıyım. Artık kendi içime sığındığım, saklandığım, bakışlarımı içe çevirdiğim yeter. Olup bitenlerden kendimi sakındırdığım yeter. Kalkmam gerekiyor. Burada kalırsam çürürüm.
-Nasıl kalkayım?
Yumuşak üslupla, vahiyle donanmış olarak, gecelerimi Kur’an ile eğiterek… Yavaşça kalkayım, doğrulayım, kalktığım yerden başlayayım.
-Niçin kalkıp uyarayım?
Bu mesajı insanlara da iletmek için… İnsanları bu vahiy ile karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için uyarayım. Dönüşü olmayan bir günden insanları sakındırmak için. Allah katında bir mazeret ihtiyaç duymamak için…
-Ne ile uyarayım?
Elbette vahiy ile uyarayım. Resul ne ile uyardıysa, ona ne ile uyarması emredildiyse onunla uyarayım insanları.
-Nasıl uyarayım?
Bazen yumuşak sözle, bazen ima ile, bazen tavırlarımla, bazen ve çoğunlukla gülümseyerek, kesintisiz olarak halimle uyarayım. Emin olayım, dürüst olayım, adil olayım, merhametli olayım, hikmetli olayım, dik durayım, sözünün mahkumu olayım…
Az ama devamlı yapayım bunu; bir planım olsun.
-Nerede uyarayım?
Evimde uyarayım, işimde, çarşımda, kitabımda, defterimde, tarlamda, zorlukta ve kolaylıkta, uyarmak için en uygun vakti ve yeri kollayayım sürekli.
-Ben mi kalkayım, ben mi uyarayım?
Evet, ben kalkayım, biz kalkalım; ben uyarayım, biz uyaralım. 23 yılda inen vahyin hepsini değilse bir kısmını donandıktan sonra yapalım bunu.
-Kiminle kalkayım, kiminle uyarayım?
Kur’an ile muhatap olmuş, vahiy ile gözleri açılmış, vahiy ile aydınlığa ulaşmaya çalışan herkesle birlikte uyarayım. Yalnız kalmamak için gayret edeyim.
-Kimi uyarayım?
Kendimi uyararak başlayayım. Sonra ailemi, sonra mahallemi, sonra şehrimi… Gücüm bir yere kadar yetecektir, belki de ailemden dışarı hiç tesir etmeyecektir Nuh gibi, Lut gibi ama olsun, devam edeceğim…
Kur’an dinamik bir kitaptır/hitaptır.
Buna rağmen hala yerinizden kımıldamıyorsanız bir yerlerde yanlış yapıyorsunuz demektir.
Mustafa Uysal
(*) Müddessir Suresi 2. Ayet
[1] Vahiy ölü zihinlere can verir.
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.
Yüreğinize sağlık, kaleminize kuvvet… Çok güzel bir özeleştiri ve dahi manifesto olmuş..,