Mekke’de Hacer Olmak!
Hacer!
Zayıf, çelimsiz diyebileceğimiz siyahî bir kadın.
Kadınlığı sebebiyle ince yürek taşıyan,
ana olmadan önce de nihayetinde duygu taşıyan,
her insan gibi seven ve sevilmeyi bekleyen bir kadın.
Yıllardır çocukları olmayan İbrahim ailesine Rabbinin lütfuyla oğlu İsmail’i dünyaya getiren bir kadın.
Tam da mutlu olacakları bir zamanda kıskançlık sebebiyle Hz. İbrahim’den evden uzaklaştırılması istenilen bir kadın.
Ve derken kuş uçmaz kervan geçmez, su bulunmaz ve tüyleri diken diken eden geceler… Hani bir şarkı vardı ya meşhur;
Gecenin en siyahında,
Umudun bittiği yerdesiniz.
Köşeyi dönseniz ölüm, düz gitseniz hayat.
Gölgeler içinde yapayalnızsınız…
Kucağınızda mazlum bir yavru,
Baba kucağı, baba emniyeti yok.
Hacer Ana eşi İbrahim’ini uğurlarken adeta arkasından;
“Çığlık atsam sessiz, sussam yine çaresiz,
Gölgeler içindeyim. Sen imkansızsın, sensizlik imkansız,
Aşk imkansız!” diyordu hal diliyle belki de.
Ancak çok bildiği bir şey vardı Hacer Ana’nın.
“İman varsa, imkan da vardı.
İmanın olduğu yerde imkansızlık yoktu.
O yerde “Allah!” yani anlam vardı.
Onun içinde gayret, yani sa’y ve zemzem…
İşte ikram…
O hor görülen kadının yaptığı gayret, Rabbinden öyle bir takdir görmüştü ki kıyamete kadar ümmetin kadını ve erkeği, herkes haccın şiarı olan o hacer anamızın yaptığı sa’y’ın taklidini yapacaklardı.
Ve nihayet gözü yaşlı İbrahim’in dudaklarından nesli için dualar dökülecekti;
İbrahim mabedin temellerini atarken oğlu İsmail ile birlikte “Ey Rabbim! Bu gayret ve çabamızı bizden kabul et. Bizi sana hakkıyla teslim olanlardan kıl. Soyumuzdan sana teslim olacak bir topluluk çıkar ve bizlere ibadet yöntemlerini öğret. Tevbelerimizi kabul et. Ey Rabbim! Neslimizden senin mesajlarını hatırlatacak, insanlara kitabı ve hikmeti öğretecek, insanları arındırıp tertemiz kılacak elçiler tayin et. Muhakkak ki güç ve kudret sahibi ancak sensin sen!
Mekke’de Muhammed Olmak!
Hem yetim, hem öksüz!
Çok sevdiği dedesini dahi kaybedip amcası ebu talip’te misafir!
Adeta vahşi bir ortamda bir rahmet pınarı!
“Çünkü sen, muhteşem bir ahlâk üzereydin (1)” denilecekti, Rabbinden kendisine…
Mekke topluluğu ise cahiliyenin karanlığında yüzüyordu. Kabe’nin kıymetini bilmedikleri gibi, kendi içlerinde taşıdıkları rahmet deryasından da habersizlerdi.
O, ise zulmün ve cahiliyenin kol gezdiği Mekke’de hem kaygı taşıyor hem de çözümler arıyordu. Zaman zaman da Hira’ya çekiliyor ve “Arayış”a yöneliyordu.
“Oku!” emriyle muhatap olan Hz. Muhammed bundan sonra Allah’ın elçisi olarak insanların arasına pasif iyilikten aktif iyi olma emri ile dönüyordu.
Çileler ve işkenceler arasında iman örneği sergiliyordu. Kâbe’nin etrafından tavaf ederken gözünüzün önüne Efendimiz’in secdede iken sırtına yüklenen deve işkembesini görüyorsunuz adeta.
Daha bir gün öncesinde “Muhammed-ul Emin!”, bir gün sonra cinlenmiş olarak nitelendiriliyordu halkının arasında.
Efendimiz peygamber olduktan sonra bir insanın başına gelebilecek bir çok acılarla da imtihan olmuştu. Eşleriyle, damatlarıyla… Sadece Hz. Fatıma hariç tüm çocuklarını elleriyle toprağa gömüp elçiliğinden ödün vermeyen bir peygamber.
Aynı zamanda ümmeti için gözyaşı döken, “Önünüzde bir ateş çukuru var. Ben sizi oradan kurtarmak için çabalıyorum. Siz ise ateşe atılmak için çabalıyorsunuz. (2)” diyecek kadar sahabesine kol-kanat geren bir peygamber.
Bir defasında sahabelerine bir soru sormuştu:
“İman en çok kimde var?” diye sahabeler sırasıyla, meleklerde, peygamberlerde ve kendilerinde olabileceği yönünde görüş beyan ettiler. Efendimiz (sav); “Hayır, bilemediniz. Tabi ki meleklerin imanı çok olacak, onlar günahsızlar. Peygamberlerin imanı da çok olacak, onlar da Allah’tan vahiy alanlardır. Sizin imanınız da çok olacak, zira hem kitabın inişine hem de Allah’ın elçisine şahitsiniz. Gelecek zamanda ümmetimin arasında öyle bir iman sahipleri çıkacak ki onlar Allah’ın kitabının inişine şahit olamayacaklar. Allah’ın elçisini gözleriyle canlı olarak göremeyecekleri halde iman edecekler. İşte onlar benim kardeşlerimdir. O kardeşlerime selam olsun! (3)
Mekke Yolunda Bir Kul Emine Olmak!
Kabe’nin hasretiyle yanmaktayken beni şefkatiyle kucaklayan canım annemin müjdesiyle; ablamla 2010 yılında Umre’ye yazılmıştım. Sivas terminalinde İl Müftülüğünce düzenlenen duygu dolu bir veda programının ardından havaalanına uğurlandık. Otobüste ablamla el ele tutuşmuş ve sevinçten ağlıyorduk. ‘Ruhum’ diye hitap ettiğim ve aynı günde tevbe ederek Sivas’a hicret ettiğim, kader arkadaşım ablamla umre yolundaydık. Otobüsün içinde topluca salavat getirerek havaalanına vardık. Kapı açıldığında resmi giyimli bir kişi “Emine AKTAŞ bu otobüste mi?” diye sordu. Görevli hocamızın “Evet!” cevabının ardından ben aşağıya indim. Daha önceden birkaç arkadaşımla havaalanında buluşmak için sözleşmiştik. Ablama onlardan birisi olabileceğini söyledim. Fakat görevli kişi; “Hanımefendi! Benimle gelir misiniz!” dedi. Birlikte içeri girdik. Nereye gittiğimi dahi düşünmeye vakit bırakmadan kontrol kapılarına takılmadan beni bir odaya getirdi. Kapısında komiser yazısını görünce şaşırdım.
“Hayırdır!”dedim. Komiser; “Emine Hanım! Pek de hayırlı olduğunu söyleyemeyeceğim!”. Ben şaşkın bakışlarla: ”Nasıl yani!…” dedim. Komiser, “Sizin adınıza olan bir çekten dolayı yurtdışı çıkışlarınız engellenmiş gözüküyor.” dedi. O anda çok fenalaşmıştım, elimdeki çanta düşüvermişti. Komiser sağa sola talimatlar veriyor ve: “Su getirin!” diye sesleniyordu. Yavaş yavaş kendime geldiğimde anonsları duyuyordum.
“Sayın hacı adayları! Uçağımız önce Mekke’ye ineceğinden hemen ihramları giyip iki rekat ihram namazları kılınız.” Ablam olaylardan habersiz koşarak yanıma geldi. Ve; “Emine, kardeşim! Ben valizlerimizi aldım. Haydi, nerde kaldın! Gecikeceğiz.” Ne söyleyecektim ablama? Neyi, nasıl izah edecektim. Ablam; “Senin halin çok kötü. Ne oldu, bir şey mi var?” diye sorunca, Ben “Komiser Bey! Yurt dışına çıkış yasağı olduğunu söylüyor. Gidişim mümkün olmayacak galiba.” Ablam korkuyla: “Tövbe Ya Rabbi! Daha neler?” Öyle ağlıyordum ki komiser bey teselli babında: “Vallahi hanımefendi! Annem gidemiyormuş gibi üzüntü içerisindeyim. Ama biz de bir emir kuluyuz. Talimatlara uymak zorundayız.”
Eşime telefon açıp olayları anlattığımda şaşırmış, bizden kaynaklanan bir problem olmadığını söylemişti. Tam da öğle paydosu girmişti. Bu işler nasıl yetişecekti? Müftülük yetkilileri sürekli bizlere: “Hiç merak etmeyin! İnşallah ablanla sizi birlikte uçağa yetiştireceğiz” diyordu.
Ben ise içimden:“Sen ne kadar kötüsün. Bak herkes giderken sadece sen geride kalıyorsun. Demek ki sen oralara layık bir insan değilsin” diyordum.
“Ya Rabbi! Kutsal mabedine layık görmüyor musun yoksa? Herkese kapılarını sonuna kadar açarken bana kapatıyor musun?”
“Ne olur Allah’ım! Beni bırakma. Eğer sen bana sahip olmazsan şeytanın fısıltılarında yok olurum. Başıma gelen bu sıkıntılardan dolayı felaha çıkıp ders almayı nasip et”
Ablam ise; “Ben sensiz gidemem, ne olacak şimdi”
Ben: “Canım ablam! Takdirin önüne hiçbir şey geçemez. Hadi kalk sen hazırlan. Yoksa geç kalacaksın. Yalvarıyorum. Ne sen bana veda et, ne de ben sana. Yalnızca dualarında beni de unutma” diyerek birbirimizden ayrılmıştık. O gözlerindeki bakışları ömrüm boyunca unutamayacağım. Ve daha neler neler… Sayısızca imtihanlar… Tamamen sanık muamelesi… Ve nihayet dipçikli iki askerin arasında komutanlığa doğru yol alıyordum.
Hiç alışık olmadığım bu ortamda beni yalnız bırakmayan müftülük personellerinden Murtaza MUTLU hocamıza sonsuz dualarımı gönderiyorum.
Nihayetinde uçağın kalkışından yarım saat sonra hatanın bizden kaynaklanmadığı anlaşıldı. Mekkeye gideceğimi düşünerek giydiğim ince ferace elbisem içerisinde titreyerek mart soğuğunun olduğu bu günde akşam üzeri şehre gelerek eşime kavuşmuştum.
Ne o bana bir şeyler söyleyebiliyor ne de ben ona söyleyebiliyordum.
Üşümekten, ağlamaktan, üzüntüden ve açlıktan mecalsiz kalmıştım. Bu halimi gören eşim beni hemen bir lokantaya götürdü. Ben de bu fırsatı değerlendirerek her zaman sıkıntılı anlarımda yaptığım gibi Kur’an’ı rastgele açarak Rabbimin bana nasihatta bulunmasını istemiştim. Aman Allah’ım o da ne?
“Siz Ey imana ermiş olanlar! Allah2ın koyduğu sembollere ve kutsal Hac ayına ve süslenmiş kurbanlıklara Rablerinin lütuf ve rızasını isteyerek Beytül Harama koşanlara karşı saygısızlıkta bulunmayın. Ancak Hacc göreviniz bittikten sonra serbestçe avlanabilirsiniz. Sizi Mescidi Haramdan alıkoyanlara karşı öfkeniz saldırganlık yapmanıza yol açmasın. Erdemli ve ilahi sorumluluk bilincini geliştirmede birbirinizle yardımlaşın. Kötülüğü ve düşmanlığı artırmada değil, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Ve unutmayın ki Allah’ın imtihanı çetindir” (4)
Bu ayetten başka hiçbir şey beni teselli etmemişti. Eşim Hüseyin’e bu ayeti gösterince: “Bak şimdi cevabını aldın mı” dedi, duygulanarak.
Ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbim ilk umremi bu olaydan 20 gün sonra, ikinci sürpriz umremi ise bir yıl sonra nasip etti.
Hamdolsun Alemlerin Rabbi olan Allah’a!
Emine AKTAŞ
1- Kalem Suresi, 68/4
2- Buhari, Rikak, 26
3- Müslim
4- Maide Suresi, 5/2
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.