Öyle şarkılar, öyle insanlar ve öyle olaylar vardır ki hiç mi hiç unutulmaz ve hep hatırlanır…
Bazen bir söz, bir hatıra, bir şarkı, bazen bazı kimseler sizi alır götürür başka diyarlara!
Unutulmazlarımız vardır hepimizin.
Bir sıcak çayla, bir acı kahve ile anlam bulur birlikteliklerimiz.
Sabahlar olmasın isteriz. Anlattıkça anlatmak, dinledikçe dinlemek gelir içimizden.
Bazen nice kalabalıklar içerisinde çok yalnızlaştığımızı hissederiz.
Bazen de tek başınıza da olsa bir ordu olduğumuzu düşünürüz.
Melekte değiliz, peygamber de. Akşam eve geldiğinde eşi Aişe’yi omuzuna yaslayıp “Anlat Ya Aişe anlat! Anlatta yüreğimiz ferahlasın!” diyecek yüreklere sahip değiliz belkide.
Ve yine Hicret esnasında Mekkeli müşriklerin tehditlerinden uzaklaşmak isterken mağaraya sığındıklarında dostu Ebubekir’e “Mahzun olma kardeşim! Allah bizimle beraberdir!” diyen bir yol arkadaşımız yok belki de.
Peki bunların yokluğu bizim için yok olmaya, yıkılmaya, kaybolmaya sebep midir?
Bizim Allah’ımız, kitabımız ve imanımız yok mu?
Allah Resulü vefat ettiğinde Ümmü Eymen(ra) hıçkırıklarla ağlıyordu. Sordular: “Seni bu denli ağlatan nedir?” Ümmü Eymen cevap veriyordu. “Bende biliyorum. Peygamber öldü. Bir daha aramızda bulunmayacak. Ama ben bundan sonra bir daha vahiy inmeyecek. Ona üzülür ona ağlarım!”
Hz. Ömer peygamberin vefatına çok üzülmüştü. “Kim ki Muhammed öldü derse. Onu kılıcımla doğrarım!” diyordu. Onu teskin ve teselli eden birisi olmalı idi. Hz. Ebubekir(ra) o anda söylediği şu sözlerle acıların bir nebzede olsa dinmesine vesile oluyordu; “Kim ki Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki, Muhammed ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah ayy’dır, ölümsüzdür.”
Ve sonra Ali imran Suresi 144. Ayeti okuyordu;
“Muhammed yalnızca bir elçidir; ondan önce de başka elçiler gelip geçtiler: Öyleyse, o ölür yahut öldürülürse, topuklarınız üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz?..”
Hz. Ebubekir (ra) peygamberin vefatını duyduğunda şu sözler dilinden dökülmüştür; “Ölümün de hayatın gibi temiz ve lâtif, yâ Resûlallah!”
Ölümü de hayatı gibi temiz ve latif olan bir peygamberin elbette ki etrafında pervane olan kimseler vardı. Onlar her an bir vahiy gelir, her an bir emir buyurur dikkat ve titizliği ile peygamberimizle yol arkadaşlığı yapmışlar ve Tevhid Dini olan İslam’ı diyar diyar ötelere taşımışlardır.
Bunlar dünün bedevileri bugünün medenileri oldular. Dünün şeytanileri bugünün rahmani kulları oldular.
Allah’ın Resulü gökyüzünün öğrencisi yeryüzünün öğretmeni idi. O öğretmenin önderliğinde yetişen sahabeler vahiyle özdeşleşen, özgünleşen ve özgürleşen kimselerdi. Dinamizmini ve donanımını Kur’an’la bütünleyen yıldız bir kuşaktı onlar. Mazeretlere sığınmayan, Kur’an’a kilitlenmiş bu nesle vahiy “Koşun!” diyorsa oturamazlardı. İşte buna bir örnek şahsiyet:
Mekke’de iliklerine kadar Kur’an’ın işlediği biriydi İbn-i Mes’ud(ra). Zayıf ve cılızdı ama yürekliydi. Resulullah(sav), “Müşriklerin ortamına gidip sesli olarak kim Kur’an okuyacak?” diye sorduğunda her defasında o öne atılırdı. Rahman Suresini izzet ve heybetle okurdu. Mekke’li müşrikleri çıldırtırdı.
Resulullah(sav): “Beni Rabbim terbiye etti. Ne güzel terbiye etti!” buyuruyor. Kur’an’ın terbiye ettiği, Resul(sav)’ün rahle-i tedrisinden geçen sahabelerden de bu tür davranışlar beklemek kaçınılmazdır.
Gelelim günümüze, bize. İslam gibi, Kur’an gibi, İman gibi, Resul (sav) gibi, Sahabeler gibi bir miras var. Biz neden bu miraslara sahip çıkamıyoruz. Neden her bir yanımız dökülüyor. Sürekli sancılı ve kaygılıyız. Neden bitmek bilmeyen ihtiraslar içinde boğuluyoruz.Sürekli felaket tellallığı neden? Düşmanlıklarımız her geçen gün artıyor. Neden dizginleyemiyoruz azgınlaşan iştahalarımızı?
Sorun biz de mi yoksa mensubu olduğumuz dinde, kitapta, Resul’de mi? Sorun onlarda olamayacağına göre elbette ki bizlerdedir.
Kitaba uymayı bırakıp kitabına uydurduğumuz, ayetlere değil adetlere sarıldığımız, “Allah ne der?”demeyip “El alem ne der?” putuna tutunduğumuz müddetçe bu sorunların üstesinden gelebilmemiz mümkün gözükmemektedir.
İmamı Gazali; “Allah hiçbir kulu taklit etmeyi bize emretmedi, Hz. Muhammed’i örnek almayı emretti, zira o İdeal ahlakı gerçekleştirdi!” der.
Son söz olarak diyorum ki; O (sav) ve O(sav)’nun getirdikleri yetmiyorsa bize ne yetebilir ki?
HÜSEYİN EMRE AKTAŞ
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.