Bütün Kötülüklerin Babası da Kiracılık Olabilir mi?
Toplumsal düzeninin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanması büyük önem arz eder. Bu ihtiyaçların başında ise barınma gelir.
Günümüzde, özellikle büyük şehirlerde orantısız bir şekilde artan kiralar ve iyi kötü bir konuta sahip olamama sorunu, toplumun geniş kesimlerini derinden etkileyerek, ciddi bir kriz haline gelmiştir. Kiraların asgari ücreti aştığı bir ortamda, insanlar, hayatta kalabilmek adına, çoğu zaman etik ve ahlâki sınırları zorlayarak doğru olmayan yollara başvurmaktadırlar. Kira fiyatlarının artması ve işsizlik oranlarının yüksek olması, yolsuzluk, rüşvet ve taviz verme gibi olguların yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır.
Türkiye’de son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon sarmalı, üst üste gelen depremler sonucu oluşan iç göç ve savaş sebebiyle ülkemize doğru gelen dış göç gibi olaylar nedeniyle ve buna mukabil, artan konut talebi doğrultusunda, konut ve kira fiyatları inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Özellikle gençlerin ve dar gelirli ailelerin artık ev sahibi olması imkansız hale gelmiştir. Dolayısıyla barınma ihtiyaçlarını, kiralama yolu ile temin etmeye mecbur durumda bırakılmışlardır. Konut fiyatları artarken, kiraların sabit kalacağını beklemek hiç mümkün mü? Kiralar da fahiş bir şekilde yükselmiş ve birçok insan, barınma ihtiyacını karşılamak için, yaşam standartlarından ödün vermek zorunda kalmıştır. Kira ödemek, birçok insanın hayatındaki en büyük mali yük haline gelirken, adeta tek çalışma gayesi haline dönüşmüştür.
Barınma sorununun boyutu, özellikle işsizlik oranlarının yüksek olduğu veya toplumun dar gelirli kesimlerinde daha da derinleşmektedir. İşsiz kalan bireyler, gelir elde edemedikleri için veya dar gelirli aile, bütçesine uygun kiralık ev bulamadığı için; en temel yaşam hakkı olan barınma sorunuyla tek başına nasıl mücadele edecektir? İş bulmak için başvuran kişilerin, en temel ihtiyacı olan barınma ihtiyacını bile karşılayamayacağı bir maaş teklif edilmesi, huzurlu bir yaşam umudu bırakmamakta veya çalışsa bile kişiyi ek gelire muhtaç halde düşürmektedir. Bu da çoğu zaman insanları etik ve ahlaki sınırlarını zorlamaya yol açmaktadır. Bu durumdaki insanların ahlâkını sorgulamak bana düşmez. Yazının amacı da bu değildir zaten. Etik ve ahlâk kuralları oluşmamış toplumlarda güvensizlik oluşur ve bu güvensizlik herkes için tehdit oluşturur. Özellikle bir sektör belirtmeye bile gerek yok tüm çalışma alanlarında usulsüzlükler, haksız uygulamalar ve yolsuzlukların devletin gücünü ve toplumun güvenini nasıl derinden sarstığı ortadadır. İnsanlar, hayatta kalabilmek için başvurdukları bu yollarla, toplumsal yapıyı ciddi boyutta zedelemektedirler. Yolsuzluk, her seviyede yaygınlaştıkça, adaletin ve eşitliğin temelleri sarsılmakta, insanların devlete olan güveni azalmakta ve toplumsal huzursuzluk artmaktadır.
Barınma ihtiyacının karşılanamaması, bireylerin sadece maddi değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal açıdan da büyük bir baskı altına girmesine yol açmaktadır. Kiraların yüksekliği insanı sürekli bir kaygı ve stres içinde yaşamaya zorlamaktadır. Bir yanda “ya işsiz kalırsam nasıl öderim kirayı” korkusu, bir yanda iş ahlâkı, bir yanda işveren tarafından uygulanan baskı ve mobbing… Bu durum, bireylerin fiziksel ve ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Barınma sorunu çekmeyen insanlar ise; özgüveni yüksek, yanlışa “yanlış” diyebilecek güçte, gerekirse ceketini alıp çıkabilecek konfordadır. Kira ödeme derdi olmayan insan, asgari ücretle bile çalışarak geçinebilmektedir ve böylece onurunu ve haysiyetini koruyabilmektedir. Diğer yanda ev sahibi olamamanın verdiği umutsuzluk, evde çoluk çocuğun geçim derdi, işini kaybetme korkusu, sokağa atılma kaygısı ile işyerinde gereğinden fazla yüklenilen ek işler, stres ve hepsiyle başa çıkmak… Bu durum, hem aile içi ilişkileri olumsuz etkilemekte, hem de toplumsal düzeyde bir çatışmaya sebep olmaktadır.
Barınma sorununun çözülmesi, toplumsal barışın ve ekonomik istikrarın sağlanması için kritik bir konudur. Bu sorunu çözmek için devletin hiç vakit kaybetmeden nasıl ki deprem bölgesine öncelik verdiyse, aynı mantık ile deprem sebebiyle yüksek göç alan büyük kentlerde de dar gelirli aileler için bir an önce konut inşa etmesi gerekmektedir.
Ayrıca, işsizlikle mücadele etmek için daha fazla istihdam yaratılmalı ve insanlara daha fazla iş güvencesi sağlanmalıdır. İnsanların etik dışı davranışlar sergilemeden, düzgün bir şekilde geçimlerini sağlayabilmeleri için en azından temel insani ihtiyaçlarını karşılayacak kadar ücret belirlenmelidir. İşverenler işçi arıyorlar ama verdiği maaşın yetmeyeceğini, dolayısıyla işçisinin kendisinden çalacağını bildiği için eğer ki mümkünse önce hiç çalmayacak olanını, mümkün değilse ki nitekim de öyle oluyor en az çalabilecek olanı arıyorlar. Bir gün özel sektörde bir yolsuzluk olayını tespit edip yönetime bildirdiğimde “Bunun bizim bilgimiz dışında olabilmesi mümkün değil, biz zaten biliyoruz onun ne kadar götürdüğünü, onun götürebileceği max. bu kadar oluyor, şu an için en makul kişi o” denilmişti. “Kredisi varmış, ev almış, yoksa taksitlerini ödemeyemezmiş falan filan…” Bir daha da kimsenin işine karışmamaya karar verdim. Fakat bu olaylar o kadar yaygınlaştı ki artık toplumsal güven ortamının yeniden kendi kendine sağlanabilmesi imkansız hale gelmiştir. Bunun elbette ki birçok nedeni olabilir fakat barınma ihtiyacı giderilmemiş insanların topluma verdiği zararın boyutu eğer ki bir an önce çözüm üretilmez ise daha da fazla artarak devam edecektir.
Yılbaşı sebebiyle her yerde “İçki kötülüklerin anasıdır” hadis-i şerifi yer almaktadır. Eyvallah. En az içki kadar topluma zarar verdiğini düşündüğüm bir yarayı da ben gündeme getirmek istedim. Sürç-i lisan ettiysem affola, herkese vicdanı kadar güzel yeni yıllar ve gelecek diliyorum… Selametle…
Yusuf ALTUNOK
* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.