RÖPORTAJ

Irak ve Lübnan’da Neler Oluyor?

Ortadoğu’daki son sıcak gelişmeleri özellikle de Irak ve Lübnan’daki halk ayaklanmalarını, IŞİD lideri Bağdadi’nin öldürülmesinin değerlendirildiği yazarımız Bülent Şahin Erdeğer ile yapılan Adem Özköse röportajını sizler için yazıya döktük.

Irak’ta ve Lübnan’da tam olarak ne oluyor? Bu yaşananlar ikinci bir Arap Baharı mı yoksa başka bir şey mi?

Önce Arap Baharı’nın kısa bir tanımını yapmamız lazım. Arap Baharı olarak tanımlanan süreç, Arap isyanları ve sayir farkı isimlerle de tanımlanıyor literatürde.

Emperyalizm, sömürgecilik, batı sömürgeciliği, Ortadoğu coğrafyasından geri çekilirken kendisiyle işbirlikçi modern seküler bazı rejimler bıraktılar. Bunlar halkların başında bekçi olarak bırakılmış rejimlerdir. Dolayısıyla bu rejimlerden bir kısmı baas rejimleri, sovyet emperyalizmiyle işbirliği içinde arkasını ona yaslamış rejimlerdi.

Diğer kısım da özellikle Tunus gibi, Mısır gibi Amerikan ve Avrupa destekli rejimlerdi. Dolayısıyla sırtını dünyanın süper güçlerine yasladıkları için halklarına hesap verme, halklarının taleplerini dile getirme gibi, böyle şeylere ihtiyaç duymayan rejimlerdi. Bu rahatlıkla davrandıkları için de, (Bu bir süre sonra birikiyor tabi bu süre dediğim 30 – 40 yıllık bir süreler) bu biriken halk öfkesi patlamalara yol açtı ve karşımıza 2010 sonu, 2011 başları itibariyle Arap Baharı diye karşımıza çıktı. O süreçte özellikle Irak, Lübnan ve Cezayir gibi ülkeler daha az etkilenmişlerdi kendi iç dinamikleri dolayısıyla…

Dolayısıyla bu sefer karşılaştığımız isyan hareketleri yada halk patlamaları da tıpkı 2011’deki patlamalara benziyorlar. O açıdan literatürde Geç Arap Devrimi ya da Arap Baharının İkinci Aşaması şeklinde de tanımlanıyorlar.

Biraz daha böyle derinlemesine konuşalım, tartışalım istersen.

Mesela, hem Irak’ta hem de Lübnan’da İran karşıtı sloganlar var bu insanlar neden özellikle İran’a tepki gösteriyorlar?

Hemen hafızamızı tekrar tazeleyelim özellikle bu ülkeler özetinde Irak’ta biliyorsunuz 2003 yılında bir Amerikan işgali ile karşılaştık. Amerikan işgali öncesinde Saddam diktatörlüğü vardı, Baascı bir Saddam Diktatörlüğü ve artık 2003’e gelindiğinde arkasını dayayacağı bir emperyalizm yoktu yani Sovyet emperyalizmi yıkılmıştı.

Dolayısıyla yalnız kalmış, çıplak kalmış bir despotizmdi Saddam. Kürtlere zulmetmişti, o dönemde şiilere çok büyük zulümler yapmıştı. Nüfusun %60 kadarı şii ırakta. Ve dolayısıyla böyle bir dengesizlik söz konusuydu.

Ama işgal sonrası, bu intikam kısır döngüsü tersine döndü ve şiileri eksene alan bir merkezi Irak sistemi kuruldu Amerika tarafından. İran ve Amerika nüfus paylaşımı yaptılar Irak’ta. Gönüllü rızaya dayanmayan ama çıkar işbirliğine dayanan bir işbirliği yaptı Amerika ve Iran, Irak özelinde.

Daha sonra Amerika özellikle Sünni direniş adı altında başlayan silahlı eylemler dolayısıyla uğradığı kayıplar ve saire yaşayarak ve oradan artık sistemi bırakarak geri çekilme ve kendi bekçilerini orada bırakma siyaseti güttü özellikle Obama döneminde ve sistem bu vesileyle tamamen İran nüfusuna terkedilmiş ya da büyük yoğunlukla İran nüfusuna terkedilmiş oldu.

Bu bir kimlik siyaseti stratejisidir. Ancak Türkiye’de de benzerlerini gördüğümüz üzere, kimlik siyasetleri aslında normal gündelik hayattaki sorunları örtmeye yarayan bir araç.

Ama sürdürülebilir değil!

Evet, Şiilik üzerinden ya da şii mezhepçilik üzerinden bir siyaset gütmek ya da Kürt milliyetçiliği ya da Türk milliyetçiliği üzerinden, yani hamasetle bir siyaset gütmek, aslında o siyaseti güdenlerin yaptığı yolsuzlukları, haksızlıkları, adaletsizlikleri örtmek için yaptıkları bir istismar aracıdır.

Dolayısıyla Şii Irak halkını ve bu şekilde güden ve bu şekilde bastıran bir siyaset var. Yani şiilere rağmen, bir şii mezhepçiliği siyaseti var. Ve aslında Irak’lı şiiler, İran’ın Şii ve ulus devlet stratejisinde bir araç durumuna düşürülüyorlar.

Bu peki neye yol açıyor Irak’ta? Irak’lı şiilerin, İran’ın piyonu durumuna düşürülmesine yol açıyor. Bir şii açısından düşünelim, Iraklı bir Şii açısından…

Iraklı Şii, Sünni, Kürt ya da Türkmen… Sorunları var, Irak’ta sorunları var, Elektrik sorunu var, çöp sorunu var, maaş sorunu var, gündelik hayat sorunları var. Ama bütün bunlar; Şiilik, Sünnilik, Kürtlük vesaire ekseninde öteleniyor, bastırılıyor ve yok sayılıyor.

Ve bir süre sonra, mesela şöyle bir örnek vereyim; İran, su yollarını değiştirerek Irak sularını kendisine aktarıyor. Irak’ta bir kıtlık oluyor.

Aslında burada şöyle bir şey var. Yani Şiilikten de öte, İran Ulus devletinin menfaatleri söz konusu oluyor.

Dolayısıyla İran, İran rejimi daha doğrusu, İran halkını kastetmiyoruz. İran rejimi çünkü İran halkını da baskılayan bir rejim. Persliği, artı olarak anti emperyalizmi, Amerikan karşıtlığını ve artı olarak da Şiiliği bir araç olarak kullanıyor. Bazen şiilik kartını oynuyor, bazen anti emperyalizm kartını oynuyor.

Peki Lübnan’da neler oluyor? Lübnan’ı biraz anlatabilir misiniz bize?

Lübnan’a da geçelim fakat Irak’ta şurayı da belirtelim, altını çizelim. Irak’taki şuan ki halk hareketini, halk ayaklanmasının merkezinde Iraklı Şiiler yer alıyor. Yani Sadr, başta olmak üzere. Bir anda İrancı sitelerde, İran’ın propaganda aygıtlarında, Hamaney’in konuşmasından Sadr’ın Amerikan ajanı olduğu(!), işte bu eylemlerin Amerika’nın işi olduğu(!) çıktı ama bugüne kadar Sadr, büyük direnişçiydi, Hüseyinî bir kahramandı. Ama şimdi bir anda, bu iş böyle oluyor yani çıkarınız olduğu anda hemen ötekileştirirsiniz ve hemen hain damgası vuruyorsunuz.

Oysa orada halkın talepleri var. Siz bu taleplere kulak vermelisiniz. Irak’taki ayaklanmanın geleceğini Sünni Arapların tavrı belirleyecektir.

Şu an Sünni Araplar çok sokakta değiller galiba değil mi?

Evet, bastırdıkları için ve sürekli terörize edildikleri için, IŞİD vesaire üzerinden, sürekli bir terör olarak algılandıkları için, öyle bir geride durma söz konusu. Zaman gösterecek.

Lübnan’a geçersek,

Lübnan’da neler oluyor?

Lübnan’da da benzeri bir vesayet var. Tıpkı Iraktaki vesayet gibi, İran nüfus vesayeti gibi… Şimdi tabi Lübnan’ı şu şekilde özetlemek lazım.

Lübnan, çok kozmopolit, yani Irak’tan ve Suriye’den çok çok daha fazla kozmopolit bir ülke. Ülkenin %40-45’i Hristiyan ve Lübnan kültürel olarak, batılı bir ülke. Yani en batılı ülke diyebiliriz. Ardından da Tunus geliyor ve Cezayir vs. geliyor.

Lübnan’a gittiğinizde zaten çok şaşırırsınız. Yani bir arap ülkesinden çok bir Avrupa ülkesine gitmiş gibi hissediyorsunuz. Çünkü ülkenin kültürel olarak %40 gibi çok büyük bir oranı Avrupa kültürü, yani Marunî Hristiyan Araplardan oluşuyor.

Ve bunun üzerine bir kota sistemi kurulmuş. Bu kota sistemi niye kurulmuş? Bunu niye anlatıyorum bugünkü ayaklanmanın anlaşılması için.

Şimdi bu kardeşlerimiz, 1975’den 1990’ a kadar yani tam 15 yıl gibi çok uzun bir süre çok küçük bir coğrafyada çok uzun bir iç savaş yaşamışlar.

Aynı Türkiye gibi, mahalleler köyler iç içe, (80’lerin Türkiyesi gibi) şu an ki  toplum yapısı gibi. Yani Türkiye’de Alevi köyleri, Sünni köyleri, Kürt Köyleri gibi iç içedir yani karma bir toplumuz biz. Bunun gibi bir toplum var Lübnan’da da. Bu bahsettiğiniz on sekiz veya daha çok etnik ve dini yapı iç içe yaşıyorlar ve bu adamlar iç savaş yaşamışlar tam 15 yıl boyunca ve sonra yorulmuşlar. Bu iç savaştan ‘Ya biz ne yapıyoruz?’ dedikleri; kazananı olmayan, herkesin kaybettiği bir savaş…

İç savaşlar böyledir hep ama, yani kazananı olmaz, herkes ölür ölür, herkes yorulur, ondan sonra otururlar…

1990-91 yılında Taif Anlaşması diye bir anlaşmayla, ucu açık bırakılmış kazananı olmayan bir iç savaş var. İç savaş bu şekilde bitiriliyor ve bir kota rejimi kuruluyor.

Kota rejiminde de, cumhurbaşkanı Hristiyan olmak zorunda, genelkurmay başkanı Hristiyan, genelkurmay başkanının yardımcısı durzî, Başbakan mutlaka sünnî olmak zorunda, yardımcısı da mutlaka şii olmak zorunda. Meclis başkanı da şii olmak zorunda.

Böyle bütün sistem, kimlik siyaseti üzerine kurgulanmış. Dolayısıyla bu devlet sisteminin baştan kilitlenmesine yol açıyor.

Çünkü Hristiyanların da kendi içinde bir sürü partisi var. Sünni bir parti var büyük, Müstakbel hareketi. Ama Şiilerinden 2 tane partisi var. Dürzilerin 2-3 tane partisi var. Dolayısıyla ne oluyor? O partiler kotayı doldurabilmek için kendi aralarında alt krizler oluşturuyorlar. Sonra ittifaklar oluşturuyorlar ki, o kotaları işte kim seçecek şeklinde bu da içinden çıkılmaz, çok çetrefilli, dünyanın en karmaşık ve işlemez sistemine yol açıyor.

Bunu niye kurmuşlar? İşte bu savaştan dolayı kurmuşlar. Çözümsüzlük yani başka bir çözümsüz rejim üretmiş.

Bu sadece cumhurbaşkanlığı, başbakanlık gibi üst mevkilerde değil kota rejimi, en aşağıdaki devlet dairelerine kadar bu kota rejimi var. Yani işe başvuracaksınız, atıyorum 10 tane Hristiyan, 5 tane sünni kotası var, herkes kendi adamını sokuyor. Yani liyakat esaslı değil.

Türkiye’de bunun adı konmamış değil mi bununla mücadele ediyoruz, yanlış bir şey olduğu için. Yani orada bu yasal. Yasallaştırılmış. Dolayısıyla bu en alta kadar yolsuzlukların, yani düşünün bir devlet elektrik hizmeti veremez hale geliyor, çöp toplayamıyor, yani bir karar alınacak karar alamıyor. Yani bir devlet, en temel meseleleri dahi işletemiyor.

Dolayısıyla bu yaşam standartları yüksek, batılı bir ülkede tahammül edilemez bir noktaya geliyor. Halk ayaklanmasının birinci sebebi bu.

İkincisi de bütün bunların yanında, bu iç savaş bitince bütün örgütlerden silahları topladılar. Ama bir örgüt, Hizbullah, Güney Lübnan’da İsrail işgaline karşı direndiği için ve ülkenin Lübnan ordusundan da daha güçlü, kurtarıcısı durumunda göründüğü için (ki doğruydu bu bağlamda) haklı bir meşruiyeti vardı Hizbullah’ın silahlarının…

Dediler ki, Taif Anlaşmasında sadece Hizbullah’ın silahlı yapısı korunacak. Çünkü Lübnan ordusunun, İsrail’e karşı koyacak bir şeyi yok. Neden? Çünkü Lübnan ordusunda hristiyanlar hakim, Hıristiyanlar da çayla karşılıyor İsrail askerlerini işte hatırlayalım yine sabra ve şatilla katliamlarını… O iç savaşı çıkartanları Hristiyan başlangıçta ve Hristiyan nüfus maruniler özellikle, Semir Caca gibi İsrail’le araları iyi yani ülkeye bir düşman gücü geldiğinde Lübnan ordusunun düşmana bir mukavemeti yok.

Kim mukavemet etmiş? Kendi çıkarları, İran’ın çıkarları, Lübnan’ın şii nüfusunun haklı direnişi nedeniyle Hizbullah direnmiş. Dolayısıyla 1990-91 yılındaki anlaşmada demişler ki Hizbullah’ın silahı meşrudur. Dolayısıyla ülkede sadece silahlı örgüt olarak Hizbullah mevcut.

Ama sanki şuan biraz o meşruluğunu kaybetti değil mi?

Evet, bende işte oraya geleceğim. Şimdi birincisi neydi, kota rejimi dolasıyla oluşan kokuşmuşluk vardı yani ifsat vardı. Yani toplum, devlet otoritesini oluşturamıyor ve bu yolsuzluklara, hizmet eksikliğine vs. yol açıyordu.

İkincisi de, Hizbullah bu silahını özellikle 2008 yılında, 2005-2006 ve 2008 yıllarında sadece İsrail’e karşı değil, tıpkı bir zamanlar Türkiye olduğu gibi pek çok ülkede de askeri vesayet vardı, Ne diyordu askeri vesayetçiler?

Dış düşmanlarımızın tehdidi altındayız onun için de ülkenin içindeki iç siyasetinde biz söz sahibi oluruz. Çünkü biz bu ülkeyi koruyoruz. Eskiden yani askeri vesayet döneminde böyle diyordu. İşte Hizbullah’ta aynı argümanları kullanarak ‘kardeşim biz Lübnan’ı koruyoruz, o zaman bizim dediklerimiz olacak’ yani siyaset içerisinde de askeri bir vesayet oluşturmaya başladı. Ve Lübnan çıkarları için değil, İran çıkarları için çatıştıklarını da açıkça deklare etmeye başladı. Bu sefer Lübnan içerisindeki bu kozmopolit yapı dedi ki, ‘Ya tamam siz İsrail’e karşı direniyorsunuz ama burada bir sürü insan var, bir sürü kesim var bunların üzerinde silah zoruyla söz sahibi olamazsın!’ diye bir mukavemet gösterdi. Bu süreçte de yine Lübnan tarihini bilenler bilirler, Suriye Esed rejimi, Hafız Esed döneminde büyük bir nüfus sahibiydi İran üzerinden, Lübnan’da, onlar geri çekilmek zorunda kalmışlardı 2000’li yıllarda. Dolayısıyla Hizbullah sürekli orada Esed ve İran rejiminin bekçisi olarak tanımlanıyor diğer kesimler tarafından böyle bir tavır var.

Şimdi bu ikisi birleşince, tıpkı Irak’taki gibi, yolsuzluk, ifsad ve Hizbullah’ın askeri vesayeti insanların ortak yani şunu belirteyim Irak’taki gibi değil, Irak’ta toplumun büyük bir kesimi sokağa çıktı ama Lübnan nüfusu 6 Milyon, Lübnan’da sokağa çıkanların sayısı yaklaşık 3 milyon, yani bir ülkenin yarısı ve bu sefer bu mezheplere, dinlere bölünmüş, kota rejimine karşı bütün kesimlerden insanlar sokağa çıktı ve kota rejiminin kaldırılıp, sivil, karma bir siyaset oluşturulmasını talep ediyorlar.

Bu da Hizbullah’ın işine gelmiyor. Hizbullah, kota rejimi sayesinde kendini var ediyor. Silah’ını bıraksa mesela Hizbullah’ın bu kadar oy alabileceği tartışmalıdır. Diğer partilerin de yani Hristiyan partileri, sünni partileri vs. sonuçta kota rejimini savunan siyasi bir elit oluşuyor. Hizbullah, Hristiyanlar ve Sünniler. Hepsi için söylüyorum. Buna karşı bir halk isyanı söz konusu…

Halk siyasi elitlerin tümüne, sloganlarının tümünde Hristiyan cumhurbaşkanına, Sünni başbakana ve Hizbullah’a ortak defolun sloganları atıyorlar. Kim atıyor, hem şiiler, hem sünniler… Hem Hizbullah’ın kalesi diyebileceğimiz şehirlerde, hem Sünni Trablus’ta, hem de karma olan Beyrut’ta duyuyoruz sloganları.

Hepsinden bıkmışlar yani…

Hepsinden bıkmışlar ve diyorlar ki “kardeşim, sizi istemiyoruz; biz Türkiye gibi olmak istiyoruz ya da Avrupa gibi olmak istiyoruz, yani Lübnan partisi olsun, Hristiyan partisi, sünni partisi, şii partisi olmasın… Bütün Lübnanlılardan oy alabilsin…” diyorlar…

Peki öngörün ne?
Ne olacak Lübnan’da, Irak’da?

Irak’ın yapısı daha karmaşık, İran’la daha yakın, İran orada çok daha güçlü, çünkü daha az kozmopolit yani daha az farklı kesim var ve federal bir yapı Irak, dolayısıyla daha farklı bir yere sürüklenebilir Irak. Sadr’ın atacağı adımlara bağlı ve Sistani’nin ordaki tavrı belirleyici olarak çok önemli. Irak’ta, İran’ın yapacaklarına Batı’nın ses çıkarma olasılığı daha az, Suriye gibi… Ama Lübnan’da Hristiyan nüfus çok yüksek olduğu için ve garantörü Fransa olduğu için Batı’nın gözü daha çok Lübnan’da. Bu sebeple Lübnan’da, siyasi elitlerin ve Lübnan nüfusunun hareket alanı daha zayıf. Onun için oradaki göstericiler daha avantajlı. Yani maalesef böyle bir gerçek var. Suriye’de 1 milyon kişi katlediliyor ama Batı’nın bir kırmızı çizgisi yok. Maalesef bu çok utanç verici bir şey aslında ölen ikisi de aynı insan yani sonuçta. Suriye’de Hristiyan nüfus çok olsaydı Batı’nın tavrı da farklı olurdu bu anlamda maalesef.

Lübnan’da göstericilerin üç talebi var:

1. Talepleri; Teknokratlar hükümeti kurulması, yani siyasi elitlerin dışında Avrupa’da, Dünyada çok fazla Lübnanlı yaşıyor, yani Lübnan sınırları dışında diasporada daha fazla Lübnanlı var. Onların içerisinden olabilir, Lübnan’ın içerisinden olabilir yani siyasete bulaşmamış isimlerin çekirdek hükümet kurması ve onların reform paketi ile bu çöken ekonominin ve devlet otoritesinin toparlamasını istiyorlar. Çünkü onu da belirteyim, 2018’de Paris’te bir CEDRE Konferansı diye bir konferans toplandı ve Avrupa dedi ki, “Eğer adam gibi hükümet kurup, reformlar yaparsanız size karşılıksız 11 milyar dolar hibe edeceğiz” dediler. Yeter ki siz kurtarın…

Ama şimdi hükümet kurulamıyor. Hükümet kurulunca da Hizbullah falan da var içinde yani bir türlü yürümüyor iş, onun için de bu parayı alamıyorlar. Onun için göstericiler diyorlar ki, “Adam gibi küçük bir hükümet kuralım, şu reform paketini devreye sokun, bu paraları yani alınan 11 milyar doları, (Ülke zaten küçük), şu çöpünüzü toplayın, elektriğimizi verin, maaşları ödeyin…” diyor halk. Birinci talepleri bu…

2.Talepleri: Seçim yasasının değiştirilmesi ve kota rejiminin kaldırılması. Atıyorum, müstakbel hareketi partisi bir sünni partisi olmaktan çıksın, bir şii de oraya oy verebilsin. Şu an itibariyle çok uçuk gibi gözükse de, bizim Türkiye’de bir tartışma vardı ya ‘HDP Türkiye partisi olsun’ Çünkü HDP bir kimlik siyaseti güdüyor, diye bir şey vardı. Aynı bunun gibi bütün partiler şuanda orada aynı bizdeki HDP gibi kimlik siyaseti güdüyorlar. Gütmek zorundalar ama onlar yasal olarak, sistem bu çünkü… Halk böyle olmasın, Lübnan partisi olsun hepsi diyorlar, bunu söylüyorlar. Bunun içinde diyorlar ki Cumhurbaşkanı istifa etsin, etmiyorsa da seçim yasasını değiştirsin. Böylelikle sistem değişsin, temel talep bu… Bunun için de yolları kapatıyorlar 3 milyon’a yaklaşmıştı en büyük kitlesel eylemleri, şu an siyasi elitlerin nasıl hareket edeceklerini bekliyorlar. Bunu zaman gösterecek tabi ne olacağını…

3. Talep ise Hizbullah’ın silahlı vesayetinin kaldırılması. Yani şöyle olabilir madde koyarsınız sadece Güney kısmında silahlı yapısına izin verebilirsiniz belki İsrail’e karşı ama Lübnan’ın merkezinde bir şey olduğunda Beyrut’ta meydanda silahları ile gösteri yapmasın mesela Hizbullah. Yani bir muhtıra… Ya da Refik Hariri Havaalanı var, bizdeki İstanbul Havalimanı gibi Lübnan’ın dünyaya açılan kapısı, bunu Hizbullah yönetiyor mesela… Bunu yapmasın yani silahlı bir örgüt… Çünkü oradan girenin-çıkanın tüm bilgilerini, bütün istihbaratını topluyor yani paralel bir devlet yapısı oluşturmasın. Üçüncü talepleri de bu.

Şimdi, Irak ve Lübnan’dan Suriye’ye geçelim. İşte biliyorsun IŞİD lideri Bağdadi’nin öldürülmesi hiç umulmayan bir yerde İDLİB’de öldürüldü. Şimdi bu Bağdadi’nin öldürülmesi, bundan sonraki süreçte IŞİD’i nasıl etkiler sence? Şunu da sormak istiyorum, IŞİD gibi hareketler niçin İslam dünyasına taban bulabiliyorlar?

Bence iki temel hususu var. Birincisi zihniyet meselesi yani dini algıdan kaynaklanan bir mesele var, ikisi de sürekli ezilen bir İslam dünyasıyla karşılaşıyoruz. Şimdi sürekli birisine dayak attığınızda, sürekli birisine travma yaşattığınızda -İnsan teki olarak da, Toplumsal olarak da-; Bu toplumlarda mantıklı dengeli, düzenli, hikmetli hareketlerin çıkmasını bekleyemeyiz. Niye? Çünkü sürekli siz bu insanların kendilerini ifade etme kanallarını kapatıyorsunuz ve sürekli eziyorsunuz sadece burada Batı’yı suçlamıyorum, Batı emperyalizminin dediğim gibi bekçisi olan rejimler var, Bu rejimler batının göz yummasıyla, bazen açıktan desteğiyle gizli ceza evlerinde, açık ceza evlerinde insanlara zulümler ediyorlar. 

Şimdi Guantanamo mesela hep biliniyor ama yani Guantanamo kadar en az Esad’ın zindanlarında insanlara zulümler yapılıyor veya Irak ceza evlerinde…

Dolayısıyla burada bir travma var bir kere, bu travmadan doğan çocuklar var. Yani bu insanların çocukları var, eşleri var. Demin Irak’ı konuşurken söyledik Ortadoğu’da bir intikam kısır döngüsü var, bir çember var. Önce bir kesim geliyor, bir kesime zulmediyor ya da bir kesim Adına zulmediyor. O kesimin hepsi için söylemiyorum ama o kesim adına zulmediliyor. Sonra o kesim iktidardan düşüyor ötekisi geliyor, o diğerine zulmediyor. Böyle bir, sürekli çember var. Önce şiiler, Sünnilere, sonra sünniler şiilere… Hristiyanlar, dürzilere… Kürtler, Türklere…

Böyle sürekli birbirimizi, coğrafyada ezen yani herkes birbirinin mazlumu ve birbirinin zalimi gibi bir kısır döngü var. Aşırı şiddet döngüsü var, sürekli olarak. Adamın babası ölmüş, kardeşi ölmüş ondan bir intikam geliyor ve iktidara geliyor o, diğerinin babasını kardeşini öldürüyor, insanlar intikam için yaşıyor.

Bu döngü coğrafyamızda ki şiddeti besliyor birincisi bu,

İkincisi, dediğim gibi en baştan bir zihniyet meselesi. Bu döngüyü kıracak felsefi, dini, siyasi, sivil söylemlere sahip değiliz. Aksine bu şiddeti besleyen, bu şiddeti teşvik eden söylemlere sahibiz. Dolayısıyla bu söylemler, karşımıza taban bulan ırkçılıkları, dinsel faşizmleri, Ebu Greyb’den çıkan Irak’taki Amerikan cezaevlerinden çıkan, işgal cezalarından çıkan insanlar; şii mezhepçiliğine karşı sünni mezhepçiliğini propaganda ediyorlar ve bu propaganda Irak’ta o üçgen dediğiniz yerde bir taban buldu. Yani IŞİD dediğimiz şey, bir tabanı bulabildi. Bu taban Musul’a kadar bir kurtarıcıymış gibi IŞİD’i kucakladı.

Bu insanların hepsi, Ebubekir Bağdadi gibi insanlar değiller. İşinde gücünde iken evi yakılmış, dükkanı yağmalanmış, karısı tecavüze uğramış insanların IŞİD’e katıldığını görüyoruz.

İkincisi, Baas ordusundan geri kalanların, sakal bırakarak IŞİD’in askeri kadrosunu oluşturduğunu görüyoruz. Şimdi böyle bir toplumsal tabanı oluşuyor IŞİD’in ve bunun dediğim gibi bir de dini argümanlar eklenince atom bombasının çıkması gibi açığa böyle bir zarar verici bir enerji ortaya çıkıyor.

Bunun benzeri dediğim gibi Tacikistan’dan, Afganistan’dan gelip, Suriye’de savaşan şii militanlar milisler var. ‘Ya Hüseyin’ diyerek, Şiilik içerisinde yani kendi mutlak hakikati, iyi niyeti ile cennete gitmek için savaşan insanlar var. Kimse saf kötü değil aslında ama bir grilik var ve bu grilik herkesi kötüleştiriyor. Böyle bir durum söz konusu.

İşte IŞİD’in aslında zihniyetini öldürmeliyiz. Yani IŞİD’in kendisini ortadan kaldırabilmemiz için IŞİD gibi tecrübelerin yani doğaya, tarihe, tarihi eserlere ve insanlığa her türlü zarar verebilecek bir potansiyeldi IŞİD ve Ebubekir Bağdadi’nin tek başına öldürülmesi zaten yeterli değildir.

Vahşetin stratejisi diye adamlar kitap yazmışlar. Yani bir strateji olarak görüyorlar, kitabın adı bu yani… Siyasetlerini vahşet ve korkutma üzerine kuruyorlar. Çünkü ancak bu toplum korkudan anlar, korkutarak yandaş toplarım, korkutarak düşmanlarımı kaçırırım gibi bir zihniyet. Bir dönem Marksistlerin kullandıkları bir yöntem. Bir bu, ikincisi de; IŞİD gibi örgütler yani aşırı şiddete dayalı örgütler doğal olarak senin başta söylediğin gibi istihbarat örgütleri ile ilişkiye girerler. Bu pragmatist bir ilişkidir. Bu illa onların kurdurduğu anlamına gelmez. Öyle bir anlayış vardır dünyada, sanki oturmuşlar masa başında kurulmuşlar gibi hayır öyle değil. Böyle bir tabanı var ama böyle örgütler kullanılmaya, yönlendirmeye müsait hareketlerdir. Çünkü şiddet içeriklidir, silah alması gerekiyordur vs. dolayısıyla da istihbarat örgütlerinin ilgi alanlarına nüfus alanlarına girerler ve o örgütler de, bu örgütleri yönlendirirler.

Peki kime yaradı?

Esed rejimi, çok sivil olarak ortaya çıkmış olan Suriye muhalefetini, Barışçıl Suriye muhalefetini, Marjinalize etmek için, IŞİD’i öne sürdüler. Sanılanın aksine, IŞİD’in en fazla zarar verdiği yer, Suriye muhalefetidir.

Türkiye’deki maalesef yanlış yapıyorlar yani o arkadaşları yanlış bir muhalefet olduklarını ifade etmek gerekir tüm Suriye muhalefetini ya da işte Suriye milli ordusunu falan herkesi cihatçı, Her gördüğü sakallıyı IŞİD’çi diye lanse ederek yanlış bir propagandaya sığınıyorlar.

Oysa en çok Suriye muhalefetine zarar vermiştir IŞİD ve Müslümanlara zarar vermiştir. Bir islamofobiya endüstrisi olarak çalışmıştır. Bugün Müslümanlardan nefret edilmesinin temel sebeplerinden birisi de bu IŞİD propagandasıdır. Kadınları işte köle yapıyor, insanları öldürüyor, tarihi eserleri parçalıyor tam böyle bir Vandal… Hani böyle bir film var o filme benzeyen şiddet içerikli Testere gibi filmlerdeki aşırı bir şiddet içerikli. Dolayısıyla IŞİD’i ancak bu şiddet sarmalı çözebilirsek, IŞİD’i ve IŞİD benzeri örgütleri çözebiliriz.

Bunda da diyorsun ki, en temelde bu uygulanan şiddet ve de düşünsel anlamda IŞİD’in tüketilmesi lazım. Eğer bunlar olmazsa sürekli üretim devam eder yani bugün başka birisi lideri olur, başkası gelir vs. Peki bu Bağdadi’nin öldürülmesi nasıl etkileyecek sence? Çünkü anladığım kadarıyla Bağdadi IŞİD’de güçlü bir figürdü ne olur bundan sonra?

Bağdadi, anlaşıldığı kadarıyla eğer şayet doğruysa çünkü ortada bir ceset yok dolayısıyla ben bir komplo teorisi kurmak da istemiyorum ama zamanlaması vesair ilginç… Doğruysa şayet, yani Bağdadi öldürüldüyse gerçekten, bulunduğu bölge huraseddin isimli IŞİD bağlantılı bölge, dolayısıyla huraseddin’e sığınmış eğer doğruysa. Huraseddin’de biliyorsunuz Suriyeli muhaliflerle savaşan falan yani Esed’le savaşmayan ya da Amerika ile savaşmayan bir bölge. Doğrudan Suriyeli Muhaliflere saldıran hem HTŞ’ye hem de diğer gruplara saldıran bir grup. Oraya sığınmış anlaşıldığı kadarıyla. IŞİD’in tabanı Irak merkezli. Dolayısıyla Iraklı bir Lider ortaya çıkabilir diye bir tahminde bulunulabilir ki zaten öyle bir iddia var bir Türkmen liderin adı geçiyor. Eski bir baascıymış galiba…

Ama önümüzdeki yıllarda yeni IŞİD’ler ortaya çıkabilir yani mevzu IŞİD değil. Dediğim gibi bu zihniyetin çözümlenmesi gerekiyor.

Yani bu zihniyet devam ettiği sürece diyorsun yani böyle vahşi örgütlerde gruplar da çıkmaya devam edecek bölgede…

https://www.youtube.com/watch?v=cMbVQVIXOPk
Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu