ANALİZARAŞTIRMATARİH

“Beni komünist yapan ne ise Müslüman yapan da odur!”

Yahudi asıllı Fransız felsefeci, siyasetçi ve komünist yazar Roger Garaudy, 1913’te Fransa’nın Marsilya kentinde, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası ateist olan Garaudy’nin annesi Katolik olmasına karşın kendisi de babası gibi dine karşı mesafeliydi. Ancak ‘mutlak bir hakikatin’ peşinde olduğunu inkar etmeyen Garaudy, ‘hayatının bir anlamı olması’ gerektiğini düşündü ve on dört yaşına geldiğinde Hristiyan oldu.

Kendisi de yoksul bir aileden gelen Garaudy, öğrencilik yıllarında Komünizmi, yoksullara sahip çıkan bir sistem olarak gördü ve Komünizme dair okumalar ve araştırmalar yapmaya başladı. Kierkegaard ile Marx arasında kalan, iki felsefeciden de oldukça etkilenen Garaudy, madde ile mana arasında gelgitler yaşarken aynı zamanda ‘imanın yüceliğini uzaktan uzağa sezdiği’ni de fark etti…

Garaudy, bir süre Protestan gençlik örgütünde çalışmalarını sürdükten sonra 20’li yaşlarında kapitalizmin cenderesi altında altında ezilen insanlara bir nebze yardımcı olmak niyetiyle Fransız Komünist Patisine katıldı. Eşitlik, özgürlük ve adalet ilkeleri doğrultusunda yeni bir düzen tesis etmek üzere komünizmin saflarına katılan Garaudy, ilerleyen yıllarda bu fikri zeminini “Beni komünist yapan ne ise Müslüman yapan da odur!” sözleriyle sloganlaştıracaktı.

35 yıl boyunca Komünist partinin her kademesinde görev alan Garaudy; “Komünist Parti’deki 35 senelik militanlığım ve yönetim görevimden sonra da her zaman davaya sadık kaldım. 1968’den itibaren ‘Sovyetler Birliği sosyalist bir ülke değildir.’ demeye başladığım için 1970’te Komünist Parti’den ihraç edildim.” ifadesiyle Komünist Parti serüvenini özetler.

Bu dönemde aynı zamanda Felsefe eğitimi almaya başlayan Garaudy, 1939 zorunlu askerlik görevini yerine getirmek üzere orduya katılır. Fransa’nın da savaşın bir tarafı olduğu II. Dünya Savaşı sırasında Garaudy askerdir. Bu savaşta gösterdiği kahramanlıklardan dolayı kendisine şükran madalyası verilmiştir.

Fransız hükumeti, II. Dünya Savaşı esnasında Hitler’le bir anlaşma yaptı. Garaudy, şartlarını ağır bulduğu bu anlaşmayı savaş esnasında kışlada protesto etti ve anlaşmayla ilgili bildiriler hazırlayıp dağıttı.

Bu eylemlerinden dolayı 1940 Eylül’ünde gizli örgüt kurma suçlamasıyla tutuklandı ve Fransız sömürgesi altındaki Cezayir’e sürgün kampına gönderildi. Sürgün kampındayken; Garaudy ve arkadaşları İspanya’da yakalanıp sürgüne gönderilen diğer Komünistler kampa getirildiğinde onları, Komünist Enternasyonal (Komintern)’de işçi sınıfının marşı ile karşıladılar. Bu sebeple Garaudy’nin de içinde bulunduğu Komünist askerler ölüm cezasına çarptırıldı. Kuşuna dizilmek üzere sıraya dizilen Komünist militanlar, Cezayirli Müslüman askerler ile karşı karşıya kaldıklarında tam bir adanmışlık ve teslimiyet içinde marşlar söyleyerek ölümü beklemeye başladılar…

Ateş emri verildi ancak Fransız komutanlarının emrine karşı gelen Cezayirli Müslüman askerler tetiği çekmedi. Kırbaç cezası alan Müslüman askerler bu cezaya rağmen ateş emrini yerine getirmedi. Bunun üzerine idam cezası önce ertelendi sonra da uygulanmadı.

“Kurşuna dizin emri”ni veren Komutan Petain, askerlere “Niçin ateş etmediniz?” diye sorduğunda, emre karşı gelen askerlerin arasından Cezayirli bir çavuş; “Bir Müslüman savaşçı için, silahsız birine ateş etmek şerefsizliktir!” cevabını verir. Bu olay, Garaudy’nin zihnine ve kalbine İslam’ın ilk tohumlarının düşmesine yol açacaktır.

Sürgün cezası sona erdikten sonra Müslüman askerlerin kendilerini neden kurşuna dizmediği sorusu Garaudy’nin zihnini iyiden iyiye meşgul etmeye başlar. Garaudy, İslam’da silahsız birini öldürmenin yasak olduğunu öğrenince İslam’a olan ilgisi ve merakı bir kat daha artar. Bu vesileyle daha önce Doğu ve İslam dini üzerine hiç düşünmediğini, araştırma yapmadığını, İslamla ilgili herhangi bir malumatının olmadığını ve dünyayı Batı uygarlığından ibaret zannettiğini fark eder.

Garaud, ölümün kıyısından döndüğü o anları hatıratında şöyle anlatır:

“İnsan, sebebini ve yalnız olmadığını bildiği zaman, yirmi sekiz yaşında da olsa, kurşuna dizilmek zor değil. Mutlu bir hatıra, sadece sonu mutlu bittiği için değil. Fakat bütün hayatıma yeni bir renk kattığı için …

Artık hayatla, ama yaşanılan aşkınlığın tecrübesinden sonraki başka bir hayatla buluşmalar. O an bende, bende olandan daha fazla bir şey var olmuştu. Beni bir daha terk etmeyecek olan bir şey veya biri. İlkin, bizim gözümüzde, bizi vurmayı böylesine mucizevi bir şekilde reddeden o kimselerle yeni bir insani ilişki kuruluyor.

Halbuki bir mucize değilmiş. Onların bu davranışını, birkaç gün sonra, Cezayirli bir assubay bize alelade bir şeymiş gibi izah ettiği zaman anlıyoruz. Bize ateş etmeyen askerler, İslam dininin mensuplarıymış… Böylesine düşman bir ortamda hayatta kalabilmek, Allah’ın davetine gönüllü olarak uyan ve koşan, gün be gün yenilenen bir imanın eseridir. Bir tür asil yaşama tarzı…

Garaudy’nin zihninde İslam’a dair olumlu bir izlenim de kalmış olsa, bu olaydan sonra komünizmi savunmaya devam eder. Garaudy, Marksist estetik ve Marksizm üzerine yaptığı çalışmalarla bu alanda öncü bir düşünür olur. Fransa’da komünizmin başlıca savunucularından olan Garaudy, Fransızlara ve tüm Avrupa’ya Marksizm’i anlatır.

Fransız komünistleri onu ideolojik bağlamda Marksizm’in fikir babası olarak görürler.

Komünistler, “Karl Marks’ın bütün eserleri kaybolsa Garaudy onları yeniden yazabilir.” ifadeleriyle Garaudy’nin Komünizm’in en önemli ideologlarından biri olduğunu vurgular.

Savaş bitikten sonra Fransız Komünist partisindeki çalışmalarına devam eden Garaudy, partiden meclise girmeyi başarır. Bir süre senatörlük yapan Garaudy, 1962-1965 yılları arasında Sanat Fakültesinde dersler verir. Fransız filozof Foucault ile yaşadığı anlaşmazlık sebebiyle Fakülte’den ayrılır.

1968’de SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgalini ve Fransız Komünist Partisinin, bu işgali desteklemesini yanlış bulan Garaudy, Fransız Komünist partisi yöneticilerini, SSCB’yi desteklemek ve Stalinci yöntemlere başvurmakla suçlar. Garaudy, kimsenin kendisini desteklemediğini bilse de doğru bildiğini söylemekten hiç bir zaman geri durmaz

“Bir başka ülkeye zulmeden sosyalist midir? Defolun!” cümlesiyle biten bir bildiri kaleme alır. Eleştiriye açık olamayan Komünist yöneticiler, Rusya’nın Çekoslovakya işgalini karşı çıkan Garaudy’yi bu tavrından dolayı önce FKP siyasal bürosundan (Şubat 1970), sonra da parti üyeliğinden (Mayıs 1970) ihraç ederler.

Süreç içinde Protestanlığı bırakan Garaudy, yeniden Katolik olur. Bunun üzerine 1981 yılında “İslâm’ın Vadettikleri ve Geleceğimizde İslâm Var” başlıklı eserlerini yayınlar.

Garaudy, yıllardır devam eden araştırmalarının ve çektiği fikir sancılarının sonucunda 8 Nisan 1983 günü Libya’nın Bingâzi Karyünes Üniversitesin’de bir konferans sırasında İslamiyeti kabul ettiğini açıklar.

Roger Garaudy’in Müslüman oluşu; Batının sanat, edebiyat ve siyaset çevrelerinde deprem etkisi yaratır. Komünizm ve Marksizm’in duayen isimlerinden biri olan Garaudy’nin İslam’ı kabul etmesi Kremlin’de de şaşkınlığa yol açar.

Garaudy’nin Müslüman olmasında ise bazı başlıklar etkili olmuştur:

İslam’ın hem dünyaya hem ahirete dönük güçlü söylemleri,

İslam’ın hem maddeye hem manaya hükmetmesi,

İlim ve çalışmanın her halükarda önemsenmesi ve teşvik edilmesi,

İslam’ın hayatı imanla anlamlı kılması ve güven toplumu inşa etmesi,

İslam’ın kendinden önceki vahiy ve peygamberleri kabul eden evrenselliği,.

Roger Garaudy (Roje Garodi) Müslüman oluşundan “Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum Hatıralar” kitabında şöyle bahseder:

Cenevre’de, 2 Temmuz 1982’de, İmam Buzuzu’nun önünde Müslümanlığa girişin anahtarı olan “Allah’tan başka ilâh yoktur ve Hz. Muhammed O’nun elçisidir” kelime-i tevhidini söylediğimde demek ki, kendimi bu karara tamamıyla hazır ve bunun bütün sorumluluğunu üstlenecek durumda hissediyorum. O gün, hem iç tedirginliği veren bir kopuş, hem de sükûnet verici bir bağlanış duygusu içindeyim.

Bu dünyadan, benimkinden, bundan böyle beni reddedecek olan Batı dünyasından kopuyorum. Ama aynı zamanda, bende her zamanki inancımdaki devamlılık duygusu da var. Bendeki bu iman, Kur’an’ın, numunesini Hz. İbrahim’de ve onun Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyetinin belirtisi olan kurbanında gösterdiği bu iman sade ve güçlü, köklü ve ilk imandır. Yalnızlığım, bana yalnızlık gibi görünmüyor.

Sûfîlerin, yani bütün zamanların en büyük şairi Mevlâna Celâleddin Rûmî’den, Müslüman İspanya’nın keşif adamı Mürsiyeli İbni Arabî’ye ve onun aşk destanına kadar, İslâm’ın derûnî hayatının manevî efendilerinin varlığıyla dopdoluyum.”

Hayatının farklı dönemlerinde birbirine aykırı görünen pek çok farklı inanç ve düşünce sistemini benimseyen Roger Garaudy’nin Müslüman olma sürecine dair kinayeli bir soruya verdiği cevap çarpıcıdır:

Fransız düşünür Roger Garaudy, 1982 yılında Müslüman olduktan sonra Türkiye’de verdiği bir konferans sırasında bir gazeteci, kendisine şu soruyu yöneltir:

-Biz sizi tanıyoruz Bay Garaudy. Önceleri Marksist-Leninist ve ateist idiniz. Sonra Maoist oldunuz. Daha sonra Sovyet veyahut Marksizmi tenkid ederek Avrupa Komünizmi (Eurocomunism) yaklaşımını benimsediniz. Bir müddet böyle devam ettiniz. Bu arada Budizm’e ilgi duydunuz ve ben Budist bir Marksist’im dediniz. Sonra Katolik kökenlerinizi keşfettiniz ve Hristiyan bir Marksist’im dediniz. Latin Amerika’da bir elinde İncil bir elinde Das Kapital tutan bir papazın başlattığı ‘Özgürlükçü İlahiyat’ akımına sempati duydunuz, onları destekleyen yazılar yazdınız. Sonra Marksizm artık bitmiştir dediniz ve Marksizm ideolojisinden ayrıldınız. Bir müddet sonra Vatikan ve Hristiyan ilahiyatı ile de ters düşmeye başladınız ve oradan da koptunuz. Şimdi ise Müslüman oldum diyorsunuz. Size sorum şu: Bundan sonra ne olmak istiyorsunuz?

Yeni Müslüman olan Garaudy kısa bir sessizlikten sonra, şu cevabı verir:

 Evet arkadaşım bu saydıklarınızın hepsi doğru. Ama şunu bilmenizi isterim ki defineciler aradıkları hazineyi buluncaya kadar önce yatay olarak yüzeyde dolaşırlar. Ellerindeki cihaz üstünde durdukları yerin altında kıymetli bir maden olduğu sinyalini kendilerine verinceye kadar. Ondan sonra satıhta dolaşmayı bırakırlar ve kazmaya başlarlar. O ana kadar yatay devam eden arayışları artık dikey hale gelir. Benim hikâyem de böyle. Her nereye gittimse samimi olarak ontolojik yerimi arıyordum. Ama nereyi kazdımsa altından o çıkmadı. Şimdi ise bir yere geldim, çok canlı hissediyorum ayağımın altı kaynıyor. O noktanın adı İslam. Ama arayışım bitmeyecek. Şimdi de onun dikey katlarında kendimi aramayı sürdüreceğim, merak etme…

Fransa’da 10 yıl milletvekilliği 3 yıl senatörlük görevini ifa eden ve tek başına girdiği cumhurbaşkanlığı seçiminde yüz binlerce oy alan Marksizm’i fikirsel bağlamda yeniden tanımlayacak ve inşa edebilecek felsefi bir birikime sahip olan Garaudy’nin Müslüman olması tüm Avrupa’da şaşkınlık yarattı. 70 ye yakın eser veren Garaudy’nin kitapları 40’ın üzerinde farkı dile de çevrilerek görüşleri dünyaya yayıldı. Ancak Garaudy Müslüman olduktan sonra Batı’da yok sayılmaya başlandı. Avrupa basını onun yazılarını, düşüncelerini ve verdiği konferanslara tam bir sansür uyguladı.

Garaudy, İsrail devletinin vücuda gelme sürecini ve siyonizmin nasıl bir ideoloji olduğunu belgelerle, akademik bir üslupla anlatmak için “İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin” adlı bir kitap kaleme aldı. Geniş bir okuyucu kitlesine hitap eden ve siyonizmi tüm detaylarıyla ifşa eden bir eser olan “İsrail, Mitler ve Terör” adlı eseriyle birlikte Garaudy, okları iyiden iyiye üstüne çekmeye başladı.

1996’da Batı’da büyük tartışmalara sebep olan eserde Yahudilik aleyhinde düşüncelerini paylaşan Garaudy, hakkında pek çok dava açıldı. Mahkeme salonlarında hakkı haykırmaya devam eden Fransız felsefeci, para ve hapis cezasına çarptırıldı.

“İsrail, Mitler ve Terör” adlı eserinde diğer milletlerin Yahudilerden çok daha fazla zulüm gördüğünü hatırlatarak İsrail’in “mağdur edebiyatı”na başvurduğunu söyleyen, İsrail’e adeta meydan okuyan Garaudy; her daim Filistin halkının yanında olduğunu vurguladı.

“Siz İsrail devletinin yetkilileri, hep Hitler’i kötülüyor, 6 milyon gibi şişirilmiş bir rakam ortaya atıyor ve sürekli soykırımdan bahsediyorsunuz! Sizden çok daha sayıda öldürülen Çingeneleri, sizin beş katınıza varan sayıda öldürülen Slavları ve daha başkalarını yok sayıyorsunuz. Romanlarınız, filmleriniz, hikâyeleriniz, kitaplarınız, dizileriniz ve müzelerinizde sizden başka soykırıma uğrayan başka hiçbir millet yokmuş gibi dünya insanlığının beynini yıkıyorsunuz. Sürekli kendinizi acındırıyorsunuz. Tazminatlar alıyorsunuz. Fakat elli yılı aşkın süredir Hitler’in yaptığının çok daha beterini, sizler Filistinlilere yapıyorsunuz! Bu zulmü bırakın! Filistin’de yapmakta olduğunuz işgalleri bırakın! Katliamları bırakın!”

Öte yandan Garaudy, zihin dünyasını meşgul eden; “Allah’ın kanunu olan bu şeriat bugün niçin dünya üzerinde parlamıyor? Müslüman halklar, sömürgecilikten kurtuldukları halde niçin tarihin yaratıcı, etken öznesi değil de nesnesi konumunda bulunuyorlar? Neden tarihî inisiyatifler gösteremiyorlar?” gibi bir dizi sorunun ömür boyu cevabını aradı.

Garaudy’nin bu soruları; “İslâm’ın bugünkü kifayetsizliği bizatihi kendinden değil Kur’an’ı ölü gözüyle okumayı gerekli gören gelenekselcilikten kaynaklanmaktadır.” ifadesiyle yanıtladı.

Garaudy, modern zamanlarda yaşanabilir bir İslam modeli üretmenin Kur’an’ı dinamik bir ruhla okumakla mümkün olduğu görüşünü savunur. Bu tür bir okuma da “ictihad ya da eleştirel aklı tekrar diriltmeyi gerektirir” der.

Garaudy, İslam ve Müslümanlarla tesbit ve eleştirilerini maddeler halinde şöyle özetler:

İslam, dinamik ve zinde bir kabulle uygulandığı dönemlerde Müslümanlar, Atlas Okyanusu’ndan Hindistan ve Çin’e İslam’ı yaymışlardır. İspanya çok az bir kuvvetle kolayca fethedilmiştir; çünkü orayı fetheden kuvvet değil; İslam’ın adaletiydi.

Müslümanlar, tefekkürü bir yana bırakıp geleneksel bir formatta eskilerin dediklerini tekrarladıkları için içtihad kapısı kapandı. Kendini düşünce ve problemlere göre yenilemeyen Müslümanlar sebebiyle İslam âlemi önce durakladı; sonra İslam aleminde çöküş başladı.

İslam’ın yeniden dünya hakimiyeti ve Müslümanların her alanda ilerleyiş ve yükselmesi müctehid de olsa imamların formüllerini tekrarlamakla değil onların metotlarından ilham alarak Kur’an ve Sünnetin özüne uygun yeni bir yorumla olur.

Garaudy’ye göre, ‘Şeriat, içinden boz bulanık bir su alıp getireceğimiz durgun bir gölet değildir, çünkü bu yeni susuzlukları gidermekten çok kendimizi kandırmak olur. Şeriat, etrafa parıltılar saçarak gürül gürül akan ve kıyılarına bereket yağdıran güzel bir nehirdir.’

Garaudy, Kur’anın hem yüzeysel hem derinlikli okumalarında “bağlamsal yaklaşım”a vurgu yapar. “Sembolik dil, misaller (temsil)” eksenli okumaları yeni nesil Müslümanlara önerirken mistik, aklı dışlamayan ve evrensel okumaların da göz ardı edilmemesi gerektiğini dile getirir.

Garaudy, Müslüman olduktan sonra önceki doğrularını ve ilkelerini tamamen bir kenara atmamıştır. O, Marksizm’i yeniden inşa edebilecek felsefi bir birikime sahip olduğu gibi Hinduizm, Budizm, Yahudilik ve özellikle Hristiyanlık hakkında da etraflıca bir bilgiye sahiptir.

Garaudy, tüm bu inançların ve düşünce sistemlerinin ve çağdaş fikirlerin de etkisiyle İslam’ı kabul etmiştir. Garaudy, önceki doğrularının hikmetlerini yitirmiş de olsa İslam düşüncesinin bütünlüğü içinde değerlendirir. Kedisini bir çok yönüyle etkileyen inanç ve düşünce sistemlerine yaklaşımını

Ben İslam’a bir kolumun altında Kitâb-ı Mukaddes, ötekinin altında Marks’ın Kapital’i ile geldim. İkisini de bırakmamaya kararlıyım.

ifadesiyle özetler. Roger Garaudy’nin tartışmaların odağına oturan bazı düşünceler ve açıklamalarından da söz etmek yerinde olacaktır. Marx ve Lenin’e hayranlığını saklamayan; Marx’ı, Yahudiliğin insanlığa kazandırdığı değerler arasında gören ve “İslâmiyetin olduğu kadar, Hristiyanlık ve Marksizm’in de militanıyım!” ifadelerine yer veren Garaudy, Hristiyanlık, Marksizm, İslam ve diğer dinler arasında bir diyalog çabası içindedir.

Mezhepleri gereksiz bulan Garaudy’nin yeni içtihatlar yapılması gerektiğini savunması,

Tesettürle ilgili; dış görünüşün, kıyafetin ikici planda olduğunu savunması,

Günümüzde Müslümanların en temel sorununun büyüme ve kültürel ilişki başlıkları olduğunu öne sürmesi,

İslam kültür ve medeniyetini Araplarla özdeşleştirip Osmanlı’yı bu kültürün dışında tutması eleştirilerin odağında yer almasına yol açacaktır.

13 Haziran 2012’de Paris’te vefat eden Garaudy’nin cesedinin yakılmasını vasiyet ettiği ileri sürülerek ailesinin girişimiyle naaşı yakılır. “1996’da Yahudi soykırımı yaşanmadı” benzeri ifadelerinden dolayı “soykırım inkârcılığı” ile suçlanan Garaudy’nin ölümü Fransız Le Monde gazetesinde “Soykırım inkârcısı Garaudy öldü” başlığıyla duyurulur. Garaudy’nin cenazesinin İslami usullere aykırı şekilde; yakılacak olması Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığını da harekete geçirmiştir.

Cenaze törenine katılma niyetinde olan dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in törenin krematoryumda yapılacağını öğrenmesi üzerine Paris’e gitmekten vazgeçtiği söylenir. Öte yandan, Diyanet yetkililerin, cenaze töreninin İslami usullere uygun yapılması için ailesini ikna etmeye çalıştığı bilinir. Fakat ailesinin Garaudy’nin vasiyetine saygı duyulması gerektiği yönündeki ısrarları sonucu Roger Garaudy’nin naaşı, yakılarak son yolculuğuna uğurlanmıştır…

İbrahim Dağılma’nın, “Marksizm’den İslam’a doğru yalnız bir yolcu: Roger Garaudy” adlı makalesinden yararlanılmıştır.

Firdevs Çağlar/Gzt.com‘dan alıntıdır.

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu