ARAŞTIRMAGÜNDEM

Başörtüsü Kur’an’da geçiyor mu? Hükmü nedir?

Bu yazının sonunda bakalım ne düşüneceksiniz. “Hımâr, cilbâb ve hicâb” gibi tesettürü emreden üç ayete baktığımızda ilgili âyetler ya peygamberin eşleriyle alakalı ya da hür kadınlarla cariyelerin (hizmetçilerin) tefrik edilmesi (birbirlerinden ayrılması/tanınması) üzerine olduğunu göreceksiniz.

Bugün cariye var mıdır? Varsa mahiyeti nedir ne değildir bu ayı bir yazının konusu olabilir belki ama bugün konuşacağımız mesele; Müslümanların uğruna bunca mücadele ettikleri “başörtüsü” İslam’ın birinci önceliği midir? Yoksa peygamberin eşleriyle ve hür kadınların, (fuhuş yapan) cariyelerden bir bakışta ayırt edilebilmesi için konulmuş o çağın tarihsel/yöresel uygulamalarından biri midir? Biz bu konuları alanında uzman fıkıhçılara bırakmıştık ama heyhat yine yazmak bize düştü. 😊

Kur’an’da kadının örtünmesinin niteliğine ve biçimine ilişkin temel açıklamalar hımâr, cilbâb ve hicâb kelimeleri üzerinden yapılır. Bu üç kelime/kavramı ayrı ayrı ele alalım.

HIMÂR: “Mümin kadınlara söyle, gözlerini kıssınlar ve avret yerlerini örtsünler. Görünenler dışında kalan ziynetlerini açmasınlar. Başörtülerini (hımâr) yakalarını da kapatacak şekilde örtsünler. Ziynetlerini kimseye göstermesinler” (en-Nûr 24/31).

CİLBÂB: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, cilbâblarını üzerlerine alsınlar. Bu, tanınmalarını ve eza görmemelerini sağlamaya daha uygundur” (el-Ahzâb 33/59). Cilbâb normal elbisenin üzerine giyilen bir dış giysidir.

HİCÂB: “… Peygamber’in hanımlarından bir şey istediğiniz vakit hicâb (perde) arkasından isteyin. Böylesi hem sizin kalpleriniz hem onların kalpleri için daha nezihtir …” (el-Ahzâb 33/53).

Örneğin hımâr ile ilgili [24/31] âyetini ele alalım. Ayet Hz. Âişe’ye zina iftirası/ifk hadisesiyle doğrudan alakalıdır. Namuslu kadınlara iftira atanlara verilecek cezadan bahsedilir. Hz. Âişe hakkında bu çirkin sözleri duyduğunuzda “Neden bu apaçık bir iftiradır” demediniz. Abdullah b. Übeyy gibi şeytanların peşinden gitmeyin. Daha sonra zinadan sakınmak için uyulması gereken adab-ı muaşeret kurallarına geçilir. Önce “Mümin erkeklere söyle, gözlerini kıssınlar …” (24/30) denilerek, başkalarının karısı, kızına art niyetle bakmamaları istenir. Devamındaki âyette mümin kadınların gözlerini haramdan sakınmaları, ferçlerini/namuslarını muhafaza etmeleri, görünen kısmı müstesna ziynetlerini göstermemeleri; başörtülerini (hımâr) yakalarının üzerine salmaları ve göğüslerini degajlarını/göğüs çatallarını göstermemeleri tavsiye edilir.

Hımâr (çoğulu humur) “kadının başına örttüğü örtü” demektir. Arap toplumunda başörtüsü hür kadını câriyeden ayırmak için kullanılmaktaydı. Âyette geçen “hıfz-ı fürûc” ifadesinden anlaşılacağı üzere tesettürden amaç avret/mahrem yerlerini örterek iffeti korumak ve de zinadan kaçınmaktır.

Âyette geçen “ziynetlerini göstermesinler” ifadesindeki “ziynet/ziynet yerleri” “Mescide/Kâbe’ye giderken ziynetinizi alın (Kâbe’yi çıplak tavaf etmeyin)” âyetinden de anlaşılacağı üzere avret mahallidir. Nitekim âyetin devamında bu ziynetlere kimlerin bakabileceği de zikredilmektedir. Özetle âyet: kadınların ziynetlerini örtmeleri, erkeklerin de buralara isteyerek bakmamaları istenmektedir. Ziynetleri göstermeme yasağından istisna edilen erkekler arasında kadının sahip olduğu erkek köleler, cinsel arzusu kalmamış yaşlı erkekler ve kadınların cinselliğini henüz anlamayan çocuklar şeklinde belirtilmiştir.

Hımâr/başörtüsü Arap toplumunda hür kadını câriyeden ayıran bir işaret sayıldığı gibi; cilbâb âyeti de hür kadını câriyeden ayırt edilmesini sağlamak üzere indirilmiştir. “Ey Peygamber! Eşlerine ve kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle! Evlerinden dışarı çıktıklarında üzerlerine cilbâblarını alsınlar! [33/59] Mukâtil’e göre bu âyetin sebeb-i nüzulü şöyledir: Muhacirler eşleriyle birlikte Medine’ye geldiklerinde ensarın evlerinde kalıyor, ensarın evleri onlara dar geliyordu. Kadınlar geceleyin hurma bahçelerine tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için çıkıyorlardı. Ahlaksız kimseler onları geceleyin gözetliyor, onların yanına geliyor, onlara teklifte bulunuyor, onları yokluyorlardı. Eğer kadın da isterse onunla cima ediyor ve ücretini ödüyordu. Eğer kadın afîfe (iffet sahibi) ise bağırıyor ve o erkekler de kaçıyordu. Bu ahlaksızlar genç hizmetçi kızları/cariyeleri talep ediyordu. Bu kimseler cariyelerle hür kadınları birbirinden ayıramıyorlardı. İşte bunun üzerine mümin kadınlar kocalarına bu ahlaksızların kendilerine geceleyin yaptıkları teklifleri haber verdi. Kocaları da bunu Peygambere ilettiler. Allah da bunun üzerine “Ey Peygamber! Eşlerine ve kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; Evlerinden dışarı çıktıklarında üzerlerine cilbâblarını alsınlar!” [33/59] âyetini indirdi. Cilbabla/üzerlerine aldıkları harici bir elbise/dış giysi ile bu kadınların zinakâr (cariye) olmadıklarının, onların iffetli kadınlar olduklarının bilinmesi için daha uygundur. (Böyle giyinsinler ki) hiç kimse onlardan böyle bir şey ummasın! Kimsenin onlara geceleyin böyle bir teklifte bulunmasına izin vermesinler! (Mukâtil, Tefsir, 3:507-508) Medine döneminde cihadın farz olmasıyla birlikte cariyelerin çoğaldığı ve bu yüzden ahlaksızlığın arttığı da anlaşılmaktadır.

Taberî, Fahreddin er-Râzî, Kurtubî gibi müfessirler [33/59] âyetini tefsir ederken meseleyi yukardaki gibi izah etmişlerdir. Zinaya düşkün serseri takımı açık saçık giyinen hür kadınları cariye zannediyor, onlara sarkıntılık ediyordu. Bu nedenle hür kadınlar örtünerek cariye olmadıklarını göstersinler. (Taberî, Câmiu’l-beyân, 20:324-326) “Bu, onların tanınıp, ezâ edilmemelerini daha fazla temin eder”. Yani; “Onların (fuhuş yapan cariye olmadıkları) hür kadın oldukları bilinir, zinâkâr olmadıkları anlaşılır, böylece de peşlerine kimse takılmaz. Mesture olmalarından dolayı kimse onlara zina teklifinde bulunmaz. (Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 25:184) Kurtubî’de “bilinmeniz” ibaresini “kim olduğunuzun bilinmesi için değil” hür kadınlardan olduğunuzun bilinmesi, cariyeler ile karıştırılmamanız için diye anlamıştır. Nitekim Hz. Ömer hür kadın gibi giyinen yüzünü örtmüş bir cariye gördüğünde hür kadınlara has giyim tarzını korumak için onu kırbaçla dövmüştür. (Kurtubî, Tefsir, 14:244) Zaten Araplar zinayı cariyelere has bilirlerdi. Örneğin Peygamberimiz Mekke’nin fethinden sonra kadınlardan zina etmeyeceklerine dair bey’at alırken Ebû Süfyan’ın karısı Hind “hür kadın zina eder mi?” diye itiraz eder. (Derveze, Tefsîru’l-hadîs, 9:290; Mukâtil, Tefsir, 4:306) Hicâb ve cilbâb emrinin câriyeleri değil de hür müslüman kadınları ilgilendirdiği konusunda âlimler görüş birliği içindedir.

Klasik tefsirler dikkate alındığında cilbabın, efendiler ve kölelerden oluşan dönemin Arap toplumunda özgür kadınların itibarını korumaya yönelik olduğu açıktır. Fahreddin er-Râzî’nin dediği gibi: ulema “Kendiliğinden görünen (el-yüz gibi) yerler dışında zinetlerini göstermesinler” ifadesinin sadece hür kadınlar ile sınırlı olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Zira cariye bir maldır. Haliyle alınıp-satılırken ihtiyatlı davranılması gerekir, bu da ancak onun (vücuduna) iyice bakılmasıyla olur.( Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 23:364) Yine hür kadınların ziynet ve mahrem yerlerini kölelerinin yanlarında teşhir etmelerinde bir beis görülmemiştir. [24/31; 33/55]

Hicâb’a gelince: Ahzâb suresinde Hz. Muhammed’in aile hukukuna ayrılan bölüm oldukça geniş bir yekûn tutar. Evlatlığı Zeyd’in hanımı Zeynep ile evlenmesi, diğer mü’minlere has olmayıp da sadece peygamberin şahsına özel olmak üzere mehirsiz, velisiz ve şahitsiz olarak kendini peygambere hibe etmek isteyen (bağışlayan) mü’min kadınların helal kılındığı [59/51] gibi. 53. Âyette ise Peygamberin evine davetsiz gidilmemesi, yemek yenildikten sonra hemen dağılınması emredilmektedir. Peygamberin hanımlarından bir şey isteyecekleri zaman bir perde (hicâb) arkasından istenmesi emredilmektedir. Peygamberin hanımlarına da evlerinde vakarla oturmaları, erkeklerle konuşurken kırıtmamaları/cilveli, işveli konuşmamaları, cahiliyye zamanındaki kadınların açılıp saçıldıkları gibi açılıp-saçılmamaları istenmektedir. [33/32-33] Peygamberin evine salih de facir kimselerle de girdiğinden, peygamberin hanımlarına bir hicâb arkasından konuşması tavsiye edilmektedir.

Talha b. Ubeydullah gibi kimseler “Kimse Hz. Aişe’ye göz koymasın! Peygamber vefat edince o benim” diyordu. Hz. Âişe annemizin lakabı Humeyrâ’dır. Haliyle al yanaklı, pembe tenli bu genç hanımına göz koyanlar olmuş. İşte bu âyetler bu gibi kimseleri peygamberin hanesinden uzak tutmaya yönelikti. “Kendisinden sonra Peygamberin hanımlarını nikâhlamanız asla söz konusu olamaz” [33/53] ayeti de bu kimselerin bu tür niyetlerinden vaz geçirmeye yöneliktir. Zaten aynı sûrenin altıncı âyetinde “Peygamberin eşleri sizin annenizdir” [33/6] fehva’l-hitap insan annesiyle evlenir mi denilmektedir.

Kur’ân kendi tarihinde okunmalıdır. Onlarca kadınla, genç, güzel hanımla, cariye ile evlenince bunlarla ilgili ailevi, sosyal sorunların, kıskançlıkların .. çıkması kaçınılmazdır. “Sebebi nüzulün hususi olması o âyetin hükmünün umûmî olmasına mani değildir” sözü de bir içtihattır. Genel geçer, değişmez bir kural değildir. Artık ahkamı farklı ne cariyeler/köleler kaldı ne de çok eşlilik. Ne de kimse başı açık bir kadını cariye olarak görmektedir.

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

4.5 2 Oy
Gönderiyi Puanla
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları gör

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
0
Düşüncelerinizi bildirmek ister misiniz, lütfen yorum yapınx