GÜNDEMTARİHTÜRKİYE GÜNDEMİ

Çanakkale geçilmedi (mi)

Baştan şerh düşmekte fayda görüyorum. Bu yazının amacı kesinlikle bu büyük mücadeleye, kahramanlığa herhangi bir leke sürmek veya çamur atmak değildir. Bu toprakların en cesur, en fedakar ve hatta en aydın insanları hak bir dava uğrunda, bir insanın ömründe verebileceği en büyük şeyi yani canlarını vererek “Allah yolunda öldürülenler” mertebesine ulaştılar. Yazının amacı, her konuda olması gerektiği gibi bu konuda da duygusal, hamasi ve aşırı söylemlerden uzak durarak bir bakış açısı geliştirmeye çalışmaktır.

Çanakkale Savaşı’nda yaklaşık olarak müttefiklerin 252.000, Osmanlı’nın ise 250.000 kayıp verdiği yaygın bir söylem ise de Genelkurmay Başkanlığı’nın 1980’de* yayımladığı “Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi 5. Cilt 3. Kitap”ta geçen bilgilere göre şehitlerimizle ilgili kayıt altına alınmış şehit rakamı 57.263’tür. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Osmanlı kayıtlarının sadece savaş esnasında ölenleri şehit olarak kaydettiğidir. Yaygın olarak bilinen 250.000 sayısına ise çeşitli şekillerde tespit edilen esirler, yaralılar, kayıplar ve hastanede ölenlerin toplanmasıyla ulaşılıyor. Her nasıl hesaplanırsa hesaplansın her iki taraftan da oldukça yüksek sayıda insanın hayatını kaybettiği bir gerçektir. Ancak yine buradaki rakamlardan daha büyük kayıplar verdiğimiz cepheler de mevcuttur.

“Sayıların bir önemi yok, nicelik değil nitelik önemli” tarzında eleştiriler getirilebilir ancak bu büyük mücadeyi bile yorumlarken, anlamaya çalışırken, yanlış veya yanlış anlaşılan veriler üzerinden değerlendirme yapmamız, doğru bir bakış açısı geliştirmemizi engelleyecektir. Ayrıca bu savaşla ilgili birkaç kitap okuyan herkes, zaten sayıların çok ötesinde bir destanın yazıldığı gerçeğiyle karşılacaktır. Sadece 27. Alayı okumak bile kahramanlığın seviyesini bize gösterecektir.

İyi hatırlıyorum, üniversitede inkılâp tarihi dersinde ismini hatırlayamadığım ama ilginçtir milliyetçi bir meşrebi olan hocamız şöyle sormuştu: “Sizce Çanakkale gerçekten geçilemedi mi? Bunu düşünmenizi istiyorum. Çanakkale geçilemedi ama zaferden sonra daha birkaç yıl geçmişken itilaf güçleri, bir tek top bile atmadan yine Çanakkale boğazından gemileriyle geçirdikleri binlerce asker ve yerli işbirlikçileriyle (Rumlar’ı kast ediyor) İstanbul’u işgal etti.”

Koca amfide bir süre sessizlik oldu. Sonra hoca konuyu değiştirdi ama hepimizin aklına birçok soru takılmıştı artık, sanırım istediği de buydu hocanın. Hüküm sahibi değil fikir sahibi olmamızı istiyordu.

Kronoloji tarihi anlamada bize ışık tutan etmenlerin başında gelir. Çanakkale savaşı bilindiği üzere 1915-1916 yıllarında yaşandı ve bizim açımızdan “zafer”le sonuçlandı. 13 Mart 1918’de itilaf devletlerinin donanmaları Mondros Ateşkes Antlaşmasına dayanarak zaten boğaza çöreklenmişlerdi. Fiili işgalin başladığı 16 Mart 1920’den 6 Ekim 1923’e kadar, yani yaklaşık 5 yıl boyunca İstanbul resmi olarak işgal altında tutulmuş, boğazlarsa 1936’ya kadar İngilizlerin yönetiminde kalmıştır.

Sorumuzun üzerinde düşünecek olursak Çanakkale gerçekten geçil(e)memiş midir? Tabi ki eğer Çanakkale’de bu kadar kayıp vermeselerdi itilaf güçlerinin Anadolu’nun tamamını ele geçirmesi işten bile olmayacaktı. Zaten işgal altında tuttukları İstanbul’u tamamen ele geçirmemelerinin sebebi, Mondros şartlarına uymaktan ziyade, birçok cephede yaptıkları işgaller sonucu oldukça yıpranmış olmaları ve paylaşım noktasında birbirlerine üstünlük sağlayacak durumda olmamalarıdır desek çok da hatalı bir tespit yapmış olmayız. Zira Büyük Taarruz sonrası Türk ordusunun Eylül 1922’de İzmir’e girmesiyle batı bölgelerindeki işgal de etkisiz hale gelmişti. Bu konuda bazı komplo teorisi tarzında katı görüşler var, bütün millî mücadelenin bir dümen olduğuna dair. Bunlar dikkatle incelenmeli çünkü cevabı zor ciddi sorular barındırıyorlar ancak ben bu görüşleri çok faydalı bulmuyorum. Bu görüşlerde yer alan, Çanakkale savaşının, itilaf güçleri tarafından Osmanlı’nın diğer cephelerde mücadele edememesi için tüm gücünü zayıflatmak amaçlı yapıldığı fikri, en dikkate değer analiz olarak karşımıza çıkıyor. İngilizlerin bu konu ile ilgili hazırladıkları bir kitaba verdikleri isme bakınız: “Yenilginin zaferi”

İtilaf devletleri -en azından Anadolu için- belki fiziksel bir ele geçirme yap(a)madılar ama kurulan yeni ülkenin benimsediği tüm değerler ve yaptığı yüzyıllık bağlayıcı anlaşmalarla, hem bir toplumun gelecek planlamasını, vizyonunu kendi medeniyetlerine entegre ettiler hem de Osmanlı’ya ait ne varsa silinmesine önayak olarak, yeni kurulan devletin sırtını tamamen doğuya, yüzünü ise kendi katiline, yani batıya dönmesini sağladılar. Bunu bilinçli ve planlı yapıp yapmadıkları konusu derin bir araştırma konusu olduğundan bu yazıyı aşıyor. Ayrıca her alanda kendini gösteren o zamanki mevcut kokuşmuş yapının da kurucu iradenin, geçmişe ait ne varsa silip atma ve yepyeni bir devlet oluşturma politikasına sebebiyet verdiği de bir gerçektir. Aslında bu yönelimi Tanzimat öncesine götürmek bile mümkün. Zayıflayan bir devletin, çözümü güçlü devletlerin yaptıklarında araması, aydınlarını buralarda eğitmesi çok şaşılacak bir durum değildir. Ancak aynı şekilde, bu ülkelerde eğitim görüp ülkesine dönenlerin mukallit bir vizyonla ülkeyi şekillendirmesi de şaşılacak bir durum değildir. Bugünden düne bakarak yargılamak kolay olduğundan amacımız yargılamak değil, anlamaya çalışmak olmalı. Bu nedenle geçmişimizi incelerken, anlatırken ve onunla övünürken her zamankinden çok daha mutedil bir dil kullanmalı, ideolojilerimizi bir kenara bırakarak daha akıllı davranmalıyız. Bakınız bu coğrafyadaki oyunlar hâlen bitmiş değil. Aynı itilaf ekibine yeni ve daha barbar bir devlet eklenmiş durumda ve onlarca yıldır bu coğrafyayı şekillendiriyor. Artık fiziksel işgal etmeyi de bıraktılar, bizi birbirimize kırdırıyorlar.

Geçmişimizle övünmeyi veya onu yerin dibine geçirmeyi biraz kenarı bırakıp; korkmadan, çekinmeden gerçek tarihimizi araştırarak, ondan ders alarak, art niyetli veya bilinçsizce yapılan yanlışları tekrar etmekten kaçınarak ve mücadelelerimizi, kahramanlıklarımızı örnek alarak, gerek yönetici gerekse halk olarak buna göre bir yaklaşım sergilemeye, politika üretmeye çalışmalıyız.

Hak yolunda canını veren tüm insanların ruhu şâd olsun.
*Yayın kataloğu (T.S.K)
** AA Genekurmay arşivinden az bilinen Çanakkale fotoğrafları


* http://www.tsk.tr/Content/pdf/yayinlar/genelkurmay-atase-daire-baskanligi-yayin-katalogu1.pdf
https://aa.com.tr/tr/turkiye/genelkurmay-arsivlerinden-az-bilinen-canakkale-fotograflari/1091379

Tepkinizi İfade Edin
Like
Love
Haha
Wow
Sad
Angry

* Kaynak belirtmek suretiyle alıntı yapılabilir.
* Yazarın düşüncesi, sitenin genel düşüncesinden farklı olabilir (Düşünce farklılığı zenginliğimizdir).
* Yazının tüm sorumluluğu yazarın şahsına aittir.

Hüseyin Mecit Beşik

Aslen Erzurum, doğma büyüme Ankaralı. Gazi Üniversitesi kamu yönetimi bölümü mezunu. Şimdi ise Bursa'da ikamet eden bir memur. Evli ve bir oğul babası.
0 0 Oy
Gönderiyi Puanla
Abone ol
Bildir
guest
0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları gör

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
0
Düşüncelerinizi bildirmek ister misiniz, lütfen yorum yapınx